Toplumları kendi çıkarlarına göre yönlendirerek yönetmek isteyen egemen güçlerin (günümüzde emperyalizm ve işbirlikçileri) en eski silahı inanç kartını kullanmaktır. Din ve Allah… Her ikisi de tabu kavramlardır. İnanç kartının çift yumurta ikizi ise etnik kökendir.

 

Egemenlerin bir başka yönlendirme silahı ise yazılı, işitsel ve görsel yayın organlarıdır. Günümüzün yaygın söyleyişiyle medya…

 

Tabii tam bu noktada bir başka ayıracı, etnik kökenlerin kışkırtılma ve kullanılmasını da unutmamamız gerekir.

 

İletişim teknolojisinde internetin ve cep telefonunun yaygınlaşmasını, bal tutan parmağını yalar hesabı, egemen güçler kendi çıkarları için kullanmaktadır.

 

Günümüzde internet üzerinden çalışan sosyal paylaşım siteleri (Facebook ve Twitter) toplumların politik konularda görüş ve eğilimlerini belirleyicidir. Kendi yapar, kendi satar misali bu sistemi kuranlar küresel çetelerdir. “Büyük Abi”, toplumları gözetlerken sosyal paylaşım siteleri yanında cep telefonları ile internet üzerinden gönderilen elektronik postaların da titizlikle izlendiğinin altını çizmeliyiz.

 

Egemen güçlerin muhalefet edenlere internet üzerinden bazı dosyalar göndermesi ise bir başka şeytan çekicidir. Balyoz mu deseydim yoksa?

 

Geçenlerde televizyon kanallarında gezerken bir konuşmacı sosyal paylaşım sitelerinde yapılan yazışmaların izlenerek toplumların eğilimlerinin belirlendiğini ve bu saptamalarla yeni politikalar, stratejiler oluşturulduğunu söylemekteydi.

 

Bunları niye mi söyledim?

 

Topluma medya üzerinde narkoz veren egemen güçlerin Türkiye’de yükselen ulusalcı paylaşımlardan yola çıkarak televizyon yayınlarına yön vermekte olduklarını düşünüyorum.

 

Bu durum okumasına yeni yayın dönemindeki bazı diziler sebep olmuştur. Show TV’de Ustura Kemal, Kanal D’de Veda, ATV’de Son Yaz Balkanlar 1912… Veda yayından kaldırılmış, Son Yaz - Balkanlar ise tüm reklam spotlarına rağmen yayına sokulmamıştır. Bu işe, iyi saate olsun bir Eş-Başkan mı karışmıştır acaba, diye sormak aklın doğasıdır.

 

Sistem; ulusalcı, Atatürkçü olduğunu söyleyen sosyal muhalefetin narkozcu medyadan kaçmasını engellemek için yukarıda adını verdiğim televizyon dizilerini yayına sokmuş veya yayınlamak istemiştir. Yoksa söz konusu televizyon kanallarının topluma narkoz verme ve emperyalizmin çıkarlarına göre yönlendirme politikaları asla değişmemiştir. Tıpkı bazı gazetelerin muhalif bir iki yazarı tiraj yemi olarak kullanması gibi…

 

Bu dizileri, satır aralarına sızdırılacak toplum mühendisliği yönlendirmelerine karşı, tıpkı lades oynar gibi “aklımda” diyerek izlemek gerekir. Bayram değil seyran değil akredite medya neden öpüyor ki bizi?

 

Emperyalizm için önemli olan kimin, neyi, nasıl yaptığı değil, kendi çıkarlarıdır. Bir diğer deyişle küresel şirketlerin pazar payının genişliği ve kârlılığıdır. Yeter ki o kazansın… Her kılığa girer, her maskeyi takar… Ol sebepten bin bir surattır…

 

“Bohçacı Geldi Hanım!”

 

Çocukluğumun sokak sesleri… Sütçü, yoğurtçu çıngırakları… Klarnet çalarak mahallenin çocuklarını başına toplayan macuncu… Eskiciler… Bir kasa vişneyi sırtındaki küfeye koyan meyveci… O “Vişneeee…” diye sıtma görmemiş bir sesle bağırdıkça mahallenin çocukları “At gibi kişne…” diyerek peşi sıra koştururlardı…

Kış geceleri ise “Boza…” naraları… Kapılarda maniler okuyarak dolaşan nane şekerci… Nane şekerleri çubuk şeklindeydi ve kâğıtlarından maniler çıkardı…

 

Bu seslerin içinde tek kadın sesi… “Çarşafçı geldi hanım… Yatak çarşafları var, yorgan çarşafları var...” diye bağıran bohçacı kadınlar…

 

Ev tekstili diye bir kavramın olmadığı günler… Bu kadınların bazıları parça kumaş da satardı. Hazır giyim olmadığı veya bulunan pek pahalı olduğundan evlerde giysi dikmek yaygındı.

 

Çarşaf sözünün getirdiği çağrışım yazdırdı bütün bu sokak seslerini… Malum çarşaf örten bir yaygı… Yatağı örter, yorganları kaplar… Bohçacı kadınların bir diğer özelliği ise evden eve laf taşımalarıydı. Ayaklı gazete gibiydiler…

 

“Çarşafçı geldi hanım…” diyen kadınlar şimdi televizyon ekranındalar… Kimi haber programlarını sunuyor, kimi yemek ve izdivaç programlarını… Bütün bu programlar ülkenin ve dünyanın gerçek gündemini örtmekte, toplumun bilincini kaplamakta kullanılmaktadır.

 

Medya namıyla maruf bohçacıların uzaktan kumandası ise Eş-Başkan Erdoğan’ın elindedir. Çarşaflar Washington, Brüksel, İmralı, Kandil, Oslo tezgâhlarında dokunmaktadır. Amerikancı Karşıdevrim Partisi’nin kanla, irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’i federal devlete ve/veya şehir devletlerine dönüştürme hamleleri yapay gündemlerle Türk milletinden saklanmaktadır.

 

Suriye konusunda her hamlesi duvara toslayan;

 

Çankaya noterliğince çabucak onaylanan Tüm Şehir Belediye Yasası’yla dayatılan Anayasa çıkarılmadan şehir devletlerine bölünmenin eşiğine getiren;

 

Malatya-Kürecik’teki füze kalkanı denilen ABD üssü yetmeyince Türkiye’yi Patriot denilen füzelerle açık hedef haline getiren;

 

Tüm Şehir Belediye Yasası çıkınca federatif yönetimlerin olmazsa olmazı başkanlık sistemini dayatan Eş-Başkan ve şerikleri gerçek gündemi saklamak için medyayı sirk çadırına çevirmişlerdir.

 

2011 Ocak ayından beri yayınlanan bir televizyon dizisi (Muhteşem Süleyman) birdenbire aslanların önüne atılan gladyatör gibi arenaya çıkartılmıştır.

 

Akredite medya Eş-Başkan’ın sabah söylediği bir cümleyi adeta emir telakki ederek akşamına haber programlar yaparak “Toplum Mühendisliği”nde “hizmette sınır yoktur” ilkesiyle çalışmaktadır.

 

Emperyalizmin her renkten hizmetkârları bohçacı kadınlar misali televizyon kanallarında gezerek Muhteşem dizisinden başkanlık sitemine çarşafçılık yapmaktadırlar.

 

Ülkenin gerçek gündemini topluma anlatmak gibi bir görevleri olan muhalif partileri ve sendikaları ise hiç sormayın… Emperyalizmin sivil işgalinden onlar da paylarına düşeni almış olmanın rehaveti içinde Eş-Başkan ile aynı arabayı çekmektedirler.

 

19 Mayıs, 29 Ekim gibi ulusal bayramlarda mitinglere katılanlar ise anlaşılan televizyonlara program yapan bohçacıları seyrederek nefes sayılarını tüketmektedirler.

 

Miting örgütlemekle milleti birleşik cephede birleştirerek tam bağımsız Türkiye mücadelesi vermenin yaşamsal farkını göremeyenler ise miting zaferleriyle (!) övünerek bir başka milli bayramın gelmesini beklemektedirler. 2007 mitinglerinin zaferini AKP seçim sonuçlarıyla kutlamıştı. Hatırlayan var mı acaba?

 

Emperyal bohçacılar her köşe başında yeni gündemler yaratarak, gerçek tehlikenin üzerini örtmek çabasındadırlar. Ancakkk! Türk milletinin üzerini örtmek için kullandıkları çarşaf artık yama tutmamaktadır.

 

 Zafer dedim de aklıma Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözü geldi…

 

“Hiçbir zafer, gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi elde etmek için gereken vasıtadır. Gaye, fikirdir. Bir fikrin elde edilişine hizmeti nispetinde kıymet ifade eder. Bir fikrin elde edilişine dayanmayan bir zafer, ömürlü olamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan muharebesinden, her zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.”

 

Türk milletinin amacı, günü birlik kazanılan veya kazanıldığı zannedilen zaferlerle sınırlı olmamalıdır. Kazandığımızı var saydığımız tüm zaferler bizi tam bağımsız Türkiye amacına götürmelidir.

 

Yoksa "boşa gitmiş gayret"lerin ardından, kulaklarımızda sadece bohçacıların sahte sözleri kalır.