Sayın İsmail Haboğlu, “Niye bilim ve teknolojinin hiç bir dalında yokuz?” başlıklı çok önemli bir yazıyı; ÇORUM HABER Gazetesi’nin Cumartesi ve Pazartesi günü yayınlanan sayıların da köşesine taşıdı.

Böyle önemli bir konuyu gündeme taşımasından çok memnun oldum. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.

Sayın Haboğlu, yazısını Pakistanlı bilim insanı Doktor Faruk Salem’in yaklaşık 10 yıl önce kaleme aldığı inceleme yazısından esinlenerek konuyu köşesine taşıdığını ifade ediyor.

05 Ocak 2018 günü ÇORUM HABER Gazetesi’nde köşeme taşıdığım “YILBAŞINA TAKMAYI BIRAK, ALTIN ÜÇGENE BAK!” başlıkla kaleme aldığım yazım ile Sayın İsmail Haboğlu’nun yazısının bir kısmı birbiri ile örtüşüyor. Çünkü her iki yazının temeli de Doktor Faruk Salem’in incelemelerine dayanıyor.   

Bu soruyu, İlhan Çenesiz 15 yaşında iken dert edinmiş, uykusu kaçmış, gecenin saat üçün de, saat kulesi ile büyük parkta ki Atatürk anıtı arasında ki mesafeyi bir kaç kez yürümüştür. Bu yürüyüşlerin sayısı da hatırlanmayacak kadar çoktur.

O günden bugüne, Doktor Salem, İsmail Haboğlu ve benzerlerinin dert edindiği önemli meseleyi, dindar kesim, diyanet ehli neden umursa mıyor?

Halbu ki; yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in muhtelif yerlerin de olduğu gibi, bilhassa “ASR” suresinde İman’ın önemi vurgulandıktan sonra, Salih Amel (faydalı işler) ve insanların birbirine hakkı ve birbirine sabrı tavsiye etmeleri vurgulanmaktadır. Yani iş ibadet etmekle kalmıyor. Çünkü ibadet şahsi bir şey. Toplum için faydalı şeyler yapacaksın.

Ne, yazık ki toplum için faydalı şeyler yapanlar İslam aleminden çıkmıyor. Hıristiyan ve Yahudi aleminden çıkıyor. Bu durum çok can acıtıcı bir şey...

* * *

Biz gelelim başlığımıza...

Efendim, yıl 1958. Annemin teyzesinin oğlu için dayı dediğimiz, Çorum’un o zamanlar ünlü tüccarlarından sayılan Ömer Kadife ve oğlu, aynı zamanda bacanağım olan Rahmetli Osman Kadife ile İstanbul’dayız. Ömer Dayı mağazasına mal mübayaa ediyor. Biz de iki genç bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz.

Şimdi, nerede olduğunu hatırlayamadığım bir muhitte merdivenlerden bodrum gibi bir yere indik. Benim hiç beklemediğim pırıl pırıl bir çarşıyla karşılaştık; “Vay Edison vay! Herhalde cennete girer” sözcükleri dudaklarım arasından döküldü. Ömer Dayı, “Sus, kafir olursun! Edison Cennete nasıl girebilecek ki?” dedi.

Ben de başka sermayem olmadığından sustum.

Kısa bir süre sonra Rahmetliler Hakkı Bilal ile Ömer Dayı birlikte Kadifeler mağazasında otururken tesadüfen içeriye girmiş oldum. Rahmetli Hakkı Bilal iyi bir tüccar olduğu kadar, aynı zaman da hafız ve din konusunda Alim sayılan bir insan. Ben kapıdan içeri girer girmez Ömer Dayı; “Gel gel, Hakkı efendi, bizim bu delikanlı Edison'un cennete girebileceğine inanıyor.” dedi.

Rahmetli Hakkı Bilal, “Mümkündür Hacı Ömer efendi. Edison cennete girebilir” dedi. Ömer Dayı beklemediği bu cevap karşısında irkiliverdi. Durum, Rahmetli Bilal hocanın gözünden kaçmadı ve şöyle bir açıklama yaptı; “Cennete girebilmenin iki ana şartı var. Biri iman, diğeri de insanlığa hizmet. Edison’un insanlığa hizmeti konusunda şüphe yok. Şimdi ne kaldı, iman kaldı. İman bir anlık mesele. Cenabı Allah’ın bilim gibi şerefli bir konuyu  bahşettiği kulundan, imanı esirgediğini nereden biliyoruz ki?” dedi.

Bu olayı anlattığım da onay aldığım din adamı olmadı. Belki de benim uydurduğumu düşündüler. Allah’tan başka şahidim yok. Anlattıklarım da bana ait tek sözcük olmadığı gibi, eksik de yok. Yorum siz değerli okuyucularımın.

En güzel günler sizlerin olsun.

İlhan Çenesiz