Geçmiş zamanda, bir ülkede bir “sahtekârlık” ve bir de “dürüstlük” yaşamaktadır. Aynı zamanda ülkeyi yöneten Kral, gitgide ülkesinin eğitim, kalkınma vs. alanlarında iyice gerilediğini görünce halkı bir araya toplatıp, nedenini öğrenmek istediğinde; Sahtekârlığın ve dürüstlüğün marifetsizlikleri ve uğursuzlukları yüzünden olduğunu söylerler. Bunun üzerine hangi tarafın kabahatli olduğunu meydana çıkarmak amacıyla, sahtekârlığı bir bölgeye, dürüstlüğü de başka bir bölgeye göndererek birer bina yapmalarını emreder.
Sahtekârlık binasını yapmak için iki yıl kadar bir süreye ihtiyacı olduğunu açıklarken, dürüstlük ancak on beş yıl içinde verilen emri yerine getireceğini belirtir. Dürüstlüğün Sahtekârlıktan çok daha fazla bir zamana ihtiyacı olduğunu öğrenen Kral: ‘Bu on beş yıl az bir zaman değil’ ama hem kralların ve kraliçelerin daha uzun ömürlü olduğunu, hem de daha pek yaşlı olmadığını hatırlayarak, ikisine de istedikleri zamanı tanır ve beklemeye başlar.
Aradan iki yıl geçmiştir. Kral yanına koruyucularını alarak faytonuna binip sahtekârlığın başarısını görmek için yola çıkar. Lakin sahtekârlığın bölgesine geldiğinde bir bina yerine, üç yüzün üzerinde daha büyük binaları görünce, bahçesinde dostlarıyla envai yiyecek ve içeceklerle keyif çıkaran sahtekârlığa:
-Aman bu ne marifet, ne marifet! Normal bir bina beklerken, bunca göz kamaştıran yapıtlarla karşılaşmam doğrusu beni oldukça şaşırttı, der.
Sahtekârlık, Kral’ın karşında emir kulu vaziyete geçerek:
-Aman kralım bunların lafı mı olur! Aslında böylesi işleri sol elle bitirecek kadar bir marifetim var.
Birkaç tane az yapsaydım, daha da erken bitirebilirdim. Lakin ülkemizde konut sıkıntısı olduğunu düşünerek, işte gördüğünüz gibi birkaç dostun yardımıyla biraz fazla emek sarf edip, onları da konut sahibi yapmak istedim, diye karşılık verir.
Kral, Sahtekârın çevresindeki sayısız dostlarına kaçamak bir bakış atıp,
-Bu kadar bir zaman içinde, sahtekârlık böyle bir şaheser sergilediğine göre, dürüstlük herhalde on beş yıl içinde en azından bin tane dikmiştir’ diye düşünerek geri sarayına döner.
Gel zaman, git zaman dürüstlüğe verilen gün de gelmiş çatmıştır. Kral gene koruyucularıyla birlikte faytonuna binip bu defa da dürüstlüğün bulunduğu bölgeye gider. Gider ama gözükürlerde ne bir bina, ne de binaya benzer bir yapıt göremeyince koruyucularına:
-Yaşlılıktan dolayı mı gözlerim iyi görmüyor ? Çünkü binaya benzer bir karartı bile göremiyorum.
Yanlış bir bölgede miyiz, yoksa bizim dürüstlük öldü haberimiz mi olmadı? sorusu üzerine korumalardan birisi:
-Meraklanmayın kralım. Ne yanlış bölgedeyiz, ne de dürüstlük ölmüştür. Zira ölmüş olsaydı mutlaka haberimiz olurdu.
Başka bir koruyucu ise:
-Kral hazretleri af buyururlarsa, bu konuda ben de fikrimi açıklamak isterdim.
Kral:
-Buyurun sizi dinliyorum.
Koruyucu:
-Bana kalırsa ölmüş olmalıdır. Bu güne kadar kimse için pek bir önem taşımadığı için de, haber verilmemiş olabilir.
Kral gözlerini kısarak etrafa bir kez daha bakındıktan sonra:
-Söyledikleriniz doğru olabilir, ama gene de ne olduğunu bilmek istiyorum, demesinin ardından, bu defa da faytoncu:
-Bakın işte ileride bir ev gözüküyor. Oraya bir soralım, belki bir malumat verirler, der ve atları eve doğru dehler.
Geldiklerinde saçı sakalı birbirine karışmış, kir toz içinde orta yaşlı birinin bir kuyudan su çekerek bahçe suladığını gördüklerinde, Kral faytondan inip yanına yaklaşarak:
-Kolay gelsin. Bundan on beş yıl önce dürüstlük denen birini bu bölgeye bir bina yapması için yollamıştım. Böyle birini buralarda gören oldu mu acaba, diye sorar.
Adam:
-Evet. Evet kralım. O’nu çok iyi tanırdım. Ama geçen ay rahmetlik oldu, diye az ilerisinde dört beş kişiyi barındıracak büyüklükte, yontma taşlarla örülmüş, tahta pencereli tek katlı evi eliyle işaret ederek:
-Bakın şu gördüğünüz ev de onun eseridir. der.
Kral:
-Demek söylenenler doğruymuş. Demek onun gibilerinin tembelliği ve beceriksizliği yüzünden ülke batıyormuş. On beş yıldır yaptığı işe bakın. İyi ki de ölmüş. Yoksa onu ben idam ederdim!
Kralın kükremesine karşın, adam elindeki kovayı yere indirip, ezilip büzülerek:
-Kralım, elinizi ayağınızı öpeyim, müsaade verin de hiç olmazsa onun hakkında bir kaç kelime söyleyeyim.
Kral:
-Şuna bakın, dürüstlük denen lanetliğin bunca zaman yaptığı işi görmemiş gibi, bir de onu savunmak için benden müsaade istiyor, diye sinirlenir. Adam:
-İsterseniz beni hemen burada idam edin. Ama lütfen bir dinleyin, diye yalvarır.
Kral’ın ses çıkarmayışından istifade ederek, başını kilometrelerce uzanan bağa ve ormana doğru çevirip:
-Kralım, o sadece şu ufak evi yapmakla yıllarını geçirmedi. Gördüğünüz şu kocaman ormanlık ta, bağ da onun emeğiyle meydana gelmiştir. Zavallı nefesini verene kadar, daha fazla bir ağaç dikip, bir bağ yetiştirmek için çalıştı da çalıştı. Halkın çoğunluğu sahtekârlıkla birlikte, ayaklarının dibindeki ormanları keserek, her çeşit inşaat malzemelerini çalarak yaptıkları için, hem çabuk, hem görkemli, hem de daha fazla iş yapabildiler. Dürüstlük ise; tek başına dağlarda taşları yontup sırtıyla taşıdı. Su için kuyular kazdı, tahta için ağaç dikip yetişmesini bekledi. Onun için de bina yapımında onlar gibi başarılı olamadı ama sahtekârlığın bulunduğu bölgede bir tane ağaç bile kalmazken, bakın o çalı bile yetişmeyen yerleri ormanlıkla, bağla, bahçeyle donattı. Aradaki farkı görmediniz mi?
Kral onun yara bere içinde olan ellerine, çatlayan dudaklarına, üstündeki yırtık kılık kıyafetine, eve ve ormana doğru uzun uzun bakıp, söylediklerinden utanmış gibi:
-Görmedim evlat, görmedim. Ne ben gördüm ne de başkaları görüp söylediler. Dürüstlüğümüzün ölümünü ülkemiz için büyük bir kayıp sayıyorum, diyerek, “Gelin, sevin, koklayın beni; temiz havamı içinize çekin!” der gibi yel vurdukça ırgalanan yemyeşil ormanlığa doğru yürüdü…