Bir okurum, “Buba... ben senin çoçugunem” adlı yazıma gönderdiği elmekte (e.mail); “... Nüfus planlaması konusundaki tepki ve endişelerime aynen katıldığını, ancak dünya üzerindeki en kutsal yaratık olan insanın üremesine; kedi, köpek, domuz gibi hayvanların doğumu için halk arasında kullanılan ‘gunnama’ deyimini yakıştırmamı, doğru bulmadığını...” belirtmiş.

“Biliyorum, bu tür kişilere çok kızdığınız, çok sinirlendiğiniz için bu tür yakıştırmaları yapıyorsunuz ama, bu ifadeler size yakışmıyor...” demiş. (Teknoloji özürlü olduğum için, sözünü ettiğim iletinin yeni ayırdına vardım.)

Benzeri eleştirileri diğer bazı okurlarımdan da alıyorum.

Ben genelde eleştirileri, yüz yüze tartışarak, yanıtlamayı yeğliyor, bu tür eleştirilere köşemde yer vermiyorum.

Ancak bugün bu ilkemi bozup, bu eleştirilere, buradan yanıt vermek istiyorum.

Değerli okurumun (ya da benzer düşünenlerin), “Dünya üzerindeki en kutsal canlının insan olduğu” düşününe katılmıyorum.

Ben, “kutsal” gibi, “kutsallık” gibi bu tür özel ve yüce kavramların böyle basite indirgenip, yerli yersiz kullanılmasına karşıyım, ama eğer konu kutsallıksa, canlıların tümü kutsaldır. Hayvanlar da, bitkiler de... (Hatta bana göre bitkiler ve hayvanlar, insanlardan çok daha kutsaldır.)

Biz bu yanılgıya şuradan düşüyoruz. Tüm evrenin ve çevrenin sahibinin, insanlar olduğunu sanıyoruz.

Oysa çevre, insanlara değil; insanlar çevreye aittir.

İşte bu temel doğruyu anlamadığımız, anlayamadığımız için; dünyamız, hızlı bir biçimde sona doğru sürükleniyor.

Sadece ve sadece kendisi (belki biraz da ailesi) için yaşayan insanımız, zaten kıt olan kaynaklarımızı bilinçsizce ve acımasızca tüketiyor.

Kendi payına düşen kaynakları çoktan tükettiği gibi; gelecek kuşakların kaynaklarını, paylarını da kullanmaya, yok etmeye çalışıyor. Tıpkı üreme dürtüsünde yaptığı bencillik gibi...

Evet, üremek bir haktır.

Ancak her “hak” gibi, onun da bir ölçüsü, onun da bir sınırı vardır. Ama aklı şeyinde olan yurdum insanı, pek çok konuda olduğu gibi üreme konusunda da hak, hukuk, ölçü, sınır... tanımıyor.

“Efendim ne demekmiş doğum kontrolü!... Bu benim en doğal hakkımdır ve ben bu hakkımı, sınırsız kullanmak isterim. Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, Allah ne verdiyse... Üç, beş, on...”

Böyle bir mantık, böyle bir söylem; sağduyu, sağgörü sahibi bir insanın düşüncesi olabilir mi?...

Var mı böyle bir şey?...

Günümüz koşullarında iki çocuktan fazlası bencilliktir, gelecek kuşakların haklarına saldırıdır, torunlarımızın hakkını gasp etmektir... Düşüncesizliktir... Görgüsüzlüktür... Hayvanlaşma eğiliminin dışa vurumudur...

Bunun adı ve tanısı da; üreme değil, gunnamadır...

Benim bu deyimi kullanmamdan rahatsız olanlar varsa; hiç kusura bakmasınlar, ben bu deyimi kullanmayı sürdüreceğim.

Çünkü kediler köpekler gibi üreyen insanlar ve de bu tür üremeyi teşvik edenler; Türkiye’nin ve Dünyanın bu en önemli gerçeği karşısında suskun kalanlar; beni son derece sinirlendiriyor ve iğrendiriyor.

Hadi önceki dönemler, cahilliye dönemleriydi...

Hadi bundan önceki dönemlerin koşulları, böyle bir üremeyi ve üretmeyi gerektiriyordu.

Hadi o dönemlerde insanlar; hak, hukuk, gelecek, çevre, küreselleşme, sınırlı kaynaklar... gibi kavramlardan bihaberdi.

Ya şimdi?...

Şimdi öyle mi!?...

Bilinmeyen mi kaldı artık!?...

İçinde bulunduğumuz bunca sıkıntıya, bunca açmaza karşın; ülkesini ve ülkesinin insanlarının geleceğini düşünen bir insan, bir siyasetçi, nasıl olur da; “...doğurun doğurabildiğiniz kadar!... Allah ne verdiyse...” der!...

Sen elinin altındaki insanını eğiteme, aç insanını doyurama, işsiz insanına iş vereme; sonra da utanıp sıkılmadan; “Allah ne verdiyse doğurun...” de.

Böyle bir inanç, böyle bir felsefe, böyle bir mantık, böyle bir düşünce, böyle bir söylem olabilir mi?