Dünya lideri olmak için öncelikle her konuda dürüst olmak gerekiyor.

Sonra?

Sonra, lideri olduğu topluma kendisini adaması gerekiyor.

Sonra?

Sonra, alıcı değil, verici olmak gerekiyor.

Tüketici değil, üretici olmak gerekiyor.

Bitirici değil, yaratıcı olmak gerekiyor.

Batırıcı değil kurtarıcı olmak gerekiyor.

Müsrif değil, tutumlu olmak gerekiyor.

Bölen değil, bütünleştiren, birleştiren olmak gerekiyor.

Günü değil, geleceği görmek gerekiyor.

Çok konuşarak değil, az ve öz konuşarak meramını anlatmak gerekiyor.

Önce ben değil, önce ulusum demek gerekiyor.

Kendi kendine övgüler düzen ya da düzdüren değil;  övgüyü tarihi kaynaklardan (özellikle de yurtdışı kaynaklardan) alan olmak gerekiyor.

Yayılmacı ülkelerin önünde ezik olmak değil; sözüyle, uygulamasıyla sözünü geçiren ve sözünü dinleten olmak gerekiyor.

Bu ülkenin kurucusu ve kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk gibi 57 yıllık ömrünün; sadece 11 yılını kendisi için yaşayıp; geriye kalan yaşamının 13 yılını askeri eğitimle, 18 yılını savaş alanlarında savaşarak, 15 yılını yoktan bir ülke yaratmaya çalışarak geçiren bir lider gibi olmak gerekiyor.

Elde avuçta olmayan olanaklarla kazanılan bir savaştan tığ teber çıkıp, Osmanlı’nın tüm borçlarını ödedikten sonra; hiç borç almadan 48 fabrika kuran Atatürk olmak gerekiyor.

2000’li yıllarda (bile) kurulamayan uçak sanayini, 1935’li yılların yokluk günlerinde kurup, uçak ihraç eden olmak gerekiyor.

Varını yoğunu yakınlarına değil; tüm mal varlığını ülkesine bağışlayan olmak gerekiyor.

Yanan, yakılan, talan edilen ormanları seyreden değil, tek bir ağacın dalını kesmemek için, koca köşkü yerinden oynatıp, kaydıran olmak gerekiyor.

Ülke aleyhine dillendirilen söylemlere Atatürk zekâsıyla, Atatürk gibi müdahale etmek gerekiyor.

Örnek mi?

Örnek de verelim.

Yıl 1931…

Fransa’nın dünyaca bilinen Larousse adlı sözlüğünde; "Kazığa oturtmak" diye bir deyim, karşısında da “bir sivri bir kazık hazırlayıp, kazığın bir ucu insanların ağzından çıkacak şekilde üzerine oturtmak.” şeklinde bir açıklama yapılmış, “kazığa oturtmak” anlamına gelen bu açıklama için bir de örnek verilmiştir.

Türkler, bugün bile esirlerini kazığa oturturlar."

Atatürk bunu öğrenince, Fransız Büyükelçisi"ni yemeğe davet ediyor.

Elçi, Köşke geliyor, yemekler yeniyor.

Yemek sonrası Atatürk, Elçiye, bu deyimin anlamını soruyor.

O da bildiği anlamı söylüyor.

Atatürk; “Deyimin başka bir anlamı var mı?” diye sorunca, Büyükelçi; “Bunu söylemek için sözlüğe bakmam gerekir efendim” diyor.

Bunun üzerine görevliler, Atatürk’ün kendilerine öğütlediği şekilde Fransa’nın o meşhur Larousse sözlüğünü getirip, Büyükelçinin önüne koyuyorlar.

Elçi, işin henüz nereye varacağını bilemediğinden;  büyük bir hevesle, sözlüğün ilgili bölümünü okumaya başlıyor.

Ancak o sözcüğün karşısında “kazığa oturtmak” konusunda verilen örnek tümceye gelince, Elçi, okumayı kesip, yutkunarak Atatürk"ün yüzüne bakıyor.

Atatürk, "Demek biz Türkler; esirlerimizi kazığa oturtuyormuşuz öyle mi, Sayın Sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız, bu doğru mu?" diyor.

Sefir, heyecanla sözlüğü biraz karıştırıyor ve kaçamak bir nokta bularak; "Efendim bu sözlük; Katolik Kilisesi’nin matbaasında basılmış. Bildiğiniz üzere biz laik bir ülkeyiz. Kilisenin yaptıklarının, hükümetimizle bir ilgisi ve bağlantısı olmaz, olamaz. Bu olay bizi ilgilendirmez, biz kiliseye karışamayız." diyor.

Atatürk, “Öyle mi Sefir Efendi?” diyor. “Demek siz laik bir ülke olduğunuz için kiliselere karışmıyor, karışamıyorsunuz! Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul’daki kiliselerin tümünün kapılarına koca birer kilit astırıyorum…”

Bunun üzerine panikleyen Sefir, kekeleyerek; “Ama Ekselans Hazretleri, o zaman biz de sizi en ağır bir biçimde protesto ederiz…” diyor.

Bu yanıtın üzerine Atatürk birden ayağa fırlıyor, ilgililer dönerek, “Sefir Efendiye yolu gösterin” diyerek, bir anlamda kovuyor onu.

Sonra?

Sonra ne mi oluyor?

Fransız hükümeti; laiklik söylemlerini bir tarafa bırakıyor, hemen o sözlükleri toplatıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor..

!!??...

Budur, böyle bir şeydir  işte  dünya liderliği…

Kendi kendine demekle; ya da yalakalarına dedirtmekle olunmuyor.