Barışın olmadığı bir dünyada barışı konuşmak!.. Barışın olmadığı bir ülkede “Barış Günü” kutlamak!..

Yani yerli malının olmadığı bir ülkede “Yerli Malı Haftası” gibi…

Adaletin tartışılır olduğu bir ülkede “adalet haftası” gibi…

***

Dünya tarihinin en kanlı savaşı idi İkinci Dünya Savaşı…

72 Milyon insan ölmüştü. Nükleer silahlar bile kullanılmıştı. Tarihin en büyük, en kanlı soykırımı yapılmıştı. Yani Yahudi Soykırımı (Holokost)…

1 Eylül 1939 günü Alman Nazi ordularının Polonya’yı işgal etmesiyle başlamış, 1945’te sona ermişti.

İşte o gün yani 1 Eylül, “Dünya barış Günü” olarak kabul edilmiş ve barış çağrılarının yapıldığı, savaşa hayır seslerinin yükseldiği gün olmuştur.

Ancak nedendir bilinmez, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 7 Eylül 2001 tarihli kararı ile “Dünya Barış Günü” olarak 21 Eylül’ü kabul etmiştir.

Ama yine de Türkiye’de ve KKTC’de 1 Eylül’dür Dünya Barış Günü.

***

Evet, günün adı “Dünya Barış Günü” ama: -Batılı silah tekelleri, savaş çığırtkanlığı yaparken…

-Ülkeler etnik ve mezhep savaşlarına hapsedilip, yeniden yapılandırılırken…

-Ve bugün ‘Dolar’ bile mazlum ülkeler üzerinden silah olarak kullanılırken…

“Barış Günü” ama “hangi dünyada barış” diye sormak gerekmez mi?

Ama yine de bugün barıştan yana olmak:

-Ülkemizde 40 yıla yakındır süren çirkin savaşa hayır demektir.

-Hava raporu gibi her gün ölüm ve şehit haberlerine yeter demektir.

-Özellikle de bu ülkenin bölünmeye doğru gidişine dur demektir.

, Libya’daki, Afganistan’daki katliamlara karşı çıkmak; Irak halkının, Suriye halkının yanında olmak; Filistin’de, Gazze’de İsrail katliamlarına son demektir.

-Myanmar’da, Arakanlı Müslüman katliamına dur demektir.

-Daha da geneli, İslam Dünyası’ndaki küresel saldırılara yalakalık ve işbirlikçilik yapmak değil, karşı durmaktır.

***

Bugün dünyada küresel saldırı iki yönlü işletilmektedir:

Birincisi, küresel sermayenin hareket alanını genişletmek için mazlum devletlerin devlet yapısını yeniden düzenlemektir.

İkincisi, bu düzenlemeyi yapmayan ya da yapamayan ülkelere açık saldırmak ya da işgal etmektir.

-Irak, Libya, Afganistan, Suriye, Yemen, Sudan, Nijerya, Somali açık işgalle ya da iç savaşla ya da gerektiğinde bölünüp parçalanarak küresel sermayenin içine çekilmiştir.

-Türkiye ise 1950’li yıllarda başlayan ikili anlaşmalarla ve de askeri yönetim dönemlerinin gölgesindeki yasal düzenlemelerle sisteme dahil edilmiştir. Nitekim 12 Eylül darbesiyle uygulanan 24 Ocak kararları, 2000’li yılların başındaki Kemal Derviş yasaları, 12 Eylül darbesiyle önü açılan ve son yıllarda daha da hızlanan özelleştirmeler küresel bir projenin talepleri idi.

Kim ne derse desin bu yapılanlar, sonuçta ülkenin bütün olarak uluslararası sermayenin kontrolüne girişi, ülkenin bir rant alanı haline getirilir oluşudur.

Burada Atatürk’ün gençliğe hitabesindeki “…Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler…” sözünü hatırlamak ve de hatırlatmak gerekir.

İşte özet olarak; barıştan yana olmak bu oluşuma hayır demek, bu gidişe dur demektir.

***

bugün barıştan yana olmak kolay, ama barışı sağlamak zordur. Çünkü özellikle ülkemizde:

-Ülkenin birlik ve beraberliğini savunuyor gibi gözüken ama iktidar olmaktan korkan, hatta kaçınan bir muhalefet, iktidarı asla vermek istemeyen bir siyaset varken, bu ülkede barışın alabileceğine inanmak zordur.

-Kimliklerin bastırılması, barışa giden yol olarak görülüyor ise…

-Analar ağlamasın demek kolay, ama nasıl olacak da ağlamayacak denemiyor ise…

-Özellikle siyaset, kışkırtıcı dilini değiştiremiyor ya da değiştirmiyor, toplumsal barış için elini taşın altına sokamıyor ise…

-Ve de ülkemizde siyaset, etnik ve inanç eksenli kamplaşmadan besleniyor ise…

Elbette, bu ülkede barışın olabileceğine inanmak zordur.

Ama yine de bu ülkede, barış istemekten başka bir seçeneğimiz yoktur.