Aşağıda özetini vermeye çalışacağım ileti; “Biliyor musun,
Havelsan’ın Müdürü Dr. Faruk Yarman da tutuklanmış…” üst notuyla geldi.
“Dr. Yarman da kimmiş?” merakıyla, şöyle bir göz attım gelen
iletiye; bildik biri gibi gelmedi.
Malum, Havelsan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yan
kuruluşlarından biri. Bu vesileyle öğrendim ki, Dr. Faruk Yalman da elektronik
mühendisiymiş, aynı zamanda da bu kurumun genel müdürü imiş. Bayram öncesi,
sekiz subayla birlikte tutuklanmış. (Artık bu tür gözaltı ve tutuklamalara öyle
bir alıştırıldık ki, hiç yadırgamaz olduk...)
Gelen ileti özetle şöyle deniyordu;
“… Sayın Başbakan geçen hafta; ‘Yakında, Ordu’ya bağlı yan
kuruluşlara da sıra gelecek. Artık orduevleri, kantinler, vb yerlerde de mali
denetimlere başlatıyoruz…’ demişti ya; kastettiği denetim, akçalı bir denetim
falan değildi; böyle bir denetim(!), böyle bir gözdağıydı işte.
Yani amaç, orduevlerini, kantinleri denetleme meselesi
değil; asıl amaç, denetim bahanesiyle STK’nın ulusal harp sanayi ile ilgili
kuruluşlarını gözetim altına alarak, bu
kurumları durdurmak ve yok etmekti… (…)
Şimdi de Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın tam
ortasına indirdiler balyozu. Tsunami etkisi gösterecek bu dalgalar, nerelere
kadar uzanacak, hep birlikte göreceğiz.
Çünkü bu işlere, sadece iktidarın kendisi karar vermiyor.
İktidar, bu talimatları ABD’den alıyor.
“Niye?” derseniz, “niye’si”
şurada…
TSK Güçlendirme Vakfı, şöyle tanıtıyor kendini; ‘…TSK
Güçlendirme Vakfı, aziz milletimizin yaptığı yardımların tek bir kuruşunu bile
heba etmeden; ulusal savunmaya ve ülke ekonomisine doğrudan katkı parolası
istikametinde, çalışmalarına azim ve kararlılıkla devam etmektedir.’
Böyle bir tarife, Küresel Seri Katil ABD, tahammül edebilir
mi?
Türkiye’nin, kendi ulusal savunma sanayisini kurmasına;
sattığı jetlerden, kendisine uydudan müdahale olanağı sağlayan çiplerin, Türk
Teknisyenler tarafından sökülmesine izin verir mi? ABD, o çipler sayesinde,
(Jandarma Genel Komutanı Korgeneral Eşref Bitlis örneğinde olduğu gibi)
dilediği uçağı, dilediği zaman düşürüp, içindekilerle birlikte yok edebiliyor.
(…)”
* * *
Aslın da ileti çok daha uzun.
İletiyi gönderen kadim dost, “ Yaz bunu!” diyor, “Yaz
bunları!”…
“Seri katil malum küresel güç, yerli işbirliklerini de kullanarak; cebren ve
hile ile aziz vatanımızın kalelerini tek tek zapt etmeye, tersanelerine
girmeye, ordumuzu sistemli bir biçimde çökertmeye, dağıtmaya başladı… Ege
Ordumuzun kaldırılması için düğmeye basıldı. Sırada 1.Ordu var. Böyle bir
coğrafyada olacak iş mi bunlar? Yaz bunları…”
* * *
Olur yazalım.
Yazalım yazmasına da kim için yazalım, niye yazalım?
En önemlisi de yazınca ne olacak?
Dünün ne kadar sağcı ya da solcu aydını (!) varsa; (kişisel
çıkarları gereği) hepsi AKP’li oldu, AKP kadrolarında yer aldı. Benim diyen,
AKP’liden daha fazla dinci, benim diyen AKP’liden daha fazla AKP’li oldular.
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Kim, neyi, niye savunuyor, bilincinde değil.
Kime ne söylesen, ne anlatmaya kalksan; “Hele du bakalım,
hele bi görelim, hele bi de bunları
deneyelim..” demeye başlıyor.
Katman katman ölü toprağı serpildi bu toplumun üzerine.
Kısacası, herkes “Hele bi du bakalim, no’lcek?” ci oldu.
!!!!...
Niye öyle saf saf bakıyorsunuz?
Siz günümüzün bu, “Du bakalım no’lcek Felsefesi”ni bilmiyor
musunuz?
????...
Anlatalım o zaman…
* * *
Hükümetlerimizden birinin,
darda kalıp, dünya cenneti Boğaziçi’nin en güzel yerlerinin, en güzel
tepelerinin ve de korularının petrol zengini Araplara pazarladığı yıllarda
anlatılan bir öykünün doğurduğu bir felsefedir bu.
O dönemde bir Arap zengini çıkmış ortaya… Şeyh mi prens mi,
yoksa hepsi birden mi, öyle bir şey işte…
Adı Ebul-Fatik El-Miski.
İşte bu zat, Boğaziçi’nin seyrine doyum olmaz tepelerinden
birini satın almış. Oraya saray türü bir şey konduracak.
Bu arada komisyoncusu, esnafı, tüccarı ve de siyasetçisi,
Ebul Fatik’in etrafında dört dönüyor. Okkalıya okkalıya bir hal ediyorlar
adamı.
Eee… bu kadar okkalayınca da; elin Arap’ının aklına, bir Türk kızıyla
evlenmeyi kaçırıyorlar.
Arap’a tepeleri pazarlayan komisyoncular(!), bu kez de ona
bir Türk Kızı pazarlamak için, arayış içersine giriyor.
Ama Arap bu; üstelik Arap’ın da Ebul-Fatik El Miski’si…
Bulunan her hatuna, “he vallah oldu bu iş” demiyor ki… İlle de “Genç olacak,
eline erkek eli değmemiş, kız oğlan kız olacak ama en önemlisi, fevkaladenin de
fevkinde saf olacak…” diye tutturuyor.
Bu arada Ebul Fatik'i de bir görseniz; korkudan dudağınız
uçuklar, tam bir çirkinlik anıtı. Ayrıca memleketinde de on kadar hatundan
oluşan bir haremi olduğundan; alacağı Türk kızını da hükümet nikâhıyla değil, imam
nikâhıyla alacak.
Neyse… Neticede o kız, bu kız derken, kızlardan birini çok
beğeniyor Fatik Efendi.
Kızın adı Necmiye…
Kız tam Ebul-Fatik'in istediği gibi; on yedi yaşında, kuran
kursunda yetişmiş, akça pakça bir kız...
Saflığına gelince, aptaldan bir üst derecede daha saf...
Safdil kız, çok yoksul bir ailenin çocuğu olduğundan;
evlenip de o lüksü, o görkemi görünce çok mutlu oluyor.
Ancak Arap Fatik çok kıskanç; o nedenle güzel ve saftirik
karısını, çarşafsız sokağa çıkarmadığı gibi kadın akrabalarıyla görüşmesine
bile izin vermiyor.
SÜRECEK