Geçtiğimiz hafta içinde, gecikmiş yeni yıl temizliği yaptım.

Kütüphanemdeki kitaplarımı tek tek elden geçirip, tek tek sildim.

Yıllar sonra karşılaştığım eski bir dost gibi sarıldım bazılarına. Temizlerken, yerleştirirken onlara torpil yaptım. Daha sık elime almak, yeri geldiğinde tekrar göz atmak için; o kitaplarımı, göz önündeki raflara yerleştirdim.

Temizlik sırasında, işte o kitaplardan birinin arasından; biri gazete kupürü, diğeri elle yazılmış iki kâğıt parçası düştü.

Düşen gazete kupürünü daha elime almadan anımsadım; o kupürde, usta gazeteci Can Dündar’a ait bir yazı vardı.

Dündar Üstat, “Bir Dost” adlı o yazısında, günümüzde giderek yitirdiğimiz bir kavramı, kendine özgü üslubuyla işlemişti köşesinde. Ben de çok beğendiğim bu yazıyı, arşivime koymak üzere kesmiştim.

Diğer elle yazılmış yazıyı elime aldım. İlginçtir; o da “dost kavramıyla ilgili” bir yazıydı... Demek ki aynı içerikli iki yazıyı, yeri geldiği zaman değerlendirmek üzere aynı yere koymuşum.

… …

Dost, arkadaş, sevgi, vefa ve dürüstlük gibi kavramlar, benim için hep önemli oldu. Tüm yaşamım boyunca bu kavramlara bakışım hiç değişmedi.

O nedenle beni çok duygulandıran ve de çok etkileyen, hani derler ya “damardan” denilebilecek bu iki yazıyı; (özetleyerek de olsa) sizlerle paylaşmak istedim.

İşte o yazı...

“...Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... ‘Nereden çıktın bu vakitte’ dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında...

‘Gözünün dilini’ bilmeli... Sormadan, söylemeden anlamalı...

bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin...

(...)

En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...

Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.

Sadece alkışlandığında değil, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girmeli.

Baş başayken sövmeli ama âlemin içindeyken (mutlaka) övmeli... Sen öyle güvenmelisin ki ona; övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, ‘hak ettim’ diyebilmelisin.

Teklifsiz tekellüfsüz kefili olmalı hatalarının... Günahlarının da yegane şahidi...

Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş olmalı...

Göz bebeklerin bulutlandığında, yaşadığın fırtınayı sezebilmeli....

Ve sen ağladığında, onun da gözlerinden yaş gelmeli...”

Diyor Sevgili Can Dündar.

Böyle bir dosta sahip olmayı kim istemez...

Elbet herkes ister. İster de; ‘de’ işte.

Var mıdır böyle bir dost?

Hele de bu devirde, bu zamanda…

* * *

Sizlerle paylaşmak istediğim diğer bir dostluk yazısı da şöyle...

Elle kaleme alınmış bu yazı nasıl elime ulaşmış, kim yazmış bilemedim. Bu da “damardan” bir yazı... (Ancak hemen belirteyim, yazının tam metni böyle değildi. Yazıyı akıcı bir hale getirmek için üzerinde biraz kalem oynattım.)

Okuyun bakalım hele...

“Bir gün bunalır da sıkıntını paylaşmak istersen; beni ara; iki elim kanda olsa gelir, sıkıntı(ları)nı yok ederim...

Bir gün ağlayacak (gibi) olursan da ara beni; belki seni güldüremem ama seninle birlikte ağlayabilirim...

Bir gün uzaklara kaçmak istersen de, beni aramaktan çekinme; belki seni durduramam ama seninle birlikte koşabilirim...

Bir gün herhangi bir konuda kararsız kalırsan (da) ara beni; seni senden fazla düşünür, sana fikirlerimi, sana varımı yoğumu verebilirim...

Bir gün hiç kimseyi dinlememeye karar verirsen (de); (olsun...) yine de ara beni; ağzımı açmam... Valla açmam... susarım...hiç konuşmam.... Söylemediklerini ya da söyleyemediklerini de dinlerim...

Bir gün, beni üzdüğünü düşünürsen de, (çekinme) ara beni; sana gücenmediğimi, sana kızmadığımı / kızamadığımı göreceksin.

Bir gün beni arar da (...) benden karşılık alamazsan; bilesin ki artık sana bedenen ulaşamıyorum. Ama izliyorum seni, hep yanındayım. Gözüm, gönlüm, dualarım, ruhum... evet ruhum seninle....”

* * *

Ve bir şiir.

Bu şiir de dostluk üzerine ve bendenize ait.

“Dostları olmalı insanın

Sevgi yüklü

Vefa yüklü

Adamlık yüklü, dostları olmalı insanın

Düşlerin düşleri

Beklentilerin beklentileri

Özlemlerin özlemleri olmalı

Özü sözü bir, dostları olmalı insanın

Yüreğin yüreklerinde

Damarın damarlarında

Nabzın nabızlarında atmalı

Adam gibi adam, dostları olmalı insanın

Isıtmalı bakışları seni

Rahatlatmalı dilleri

Düşüncelerin düşünceleri olmalı

Dost gibi dostları olmalı insanın

Gözlerin gözleri

Dilin dilleri

Söylemlerin söylemleri olmalı

Gönüllerinin güzelliği, yüzlerine vuran dostları olmalı insanın

* * *

Şimdi siz, “Var mıdır böyle dostluk dünya üzerinde (hele de günümüz koşullarında)” diyeceksiniz.

Var. Kıyıda köşe de kalmış da olsa, tek tük de olsa var.

Böyle dostlarınızın olması dileğiyle…