Güzel günler, güzel yıllardı bizim çocukluk yıllarımız.

"Irkçı söylemler" kafalarımızı karıştırmadan;

"Din" bizi ayrıştırmadan;

"Politika" bizi bölmeden;

"Para" bizi sınıflandırmadan önce;

Hepimiz insandık, adamdık, delikanlıydık, hanımefendiydik, beyefendiydik…

Kibar ve de saygılıydık.

Hatır gönül bilirdik.

Yol yordam bilirdik.

Komşu gibi komşularımız; dost gibi dostlarımız vardı.

Çocukça duygularla, komşularımızın kapılarını çalar; teklifsiz tekellüfsüz sofralarına otururduk.

Siyah önlüklerimiz, beyaz yakalarımız, ağabeylerimizden, ablalarımızdan kalma, derileri aşınmış, yırtılmış okul çantalarımız vardı. Hiç gocunmaz, gururla kullanırdık o kıytırık çantaları.

Ne güzel günler, ne güzel yıllardı o yıllar.

Memleketim Çorum’da, ben henüz beş yaşımda iken, ilk kez karşı komşumuz ( galiba10-12 yaşlarındaydı) Atilla Ağabey beni camiye götürmüş, daha sonra da uzun yıllar birlikte namaz kılmıştık.

Beni camiye alıştıran, her öğlen namazını birlikte kıldığımız Atilla Ağabeyin ailesinin Alevi olduğunu yıllar sonra öğrenmiştim. Çünkü bizim çocukluk yıllarımızda, kimse kimsenin ne olduğunu bilmez, ne olduğuyla ilgilenmezdi.

Söke Lisesinde okurken, dört arkadaşımın Kürt olduğunu, üniversite son sınıftayken öğrenmiştim. Çünkü gençlik yıllarımızda, kim Kürt, kim Çerkez, kim Laz, kim Türk bilmezdik.

Dahası, bilsek bile birbirlerimizin kimliklerine, inançlarına saygı duyardık.

Hepimiz bu ülkenin eşdeğer çocukları, gençleri, vatandaşlarıydık.

Böyle bilir, buna inanırdık.

Ailelerimiz, öğretmenlerimiz bu öğretiyi, bu terbiyeyi aşılamışlardı bize.

Güzel günler, güzel yıllardı o yıllar…

Mutlu, mesut, uyumlu çocuklardık.

(…)

Büyüklerimizle aramızda, ölçülü, saygılı bir mesafe vardı. Büyüklerimizin koyduğu o mesafeyi bilir ona göre davranırdık.

Biz büyüklerimizle, büyüklerimiz de bizimle olması gereken o mesafeyi bilir, ona göre davranırdı.

Şimdilerde koca Cumhurbaşkanı, 10 yaşındaki bacak kadar çocuğa mikrofon tutup; kendi çıkarı için kullanıyor.

Bizim çocukluk yıllarımızda, böyle bir olayın yaşanması dahi düşünülemezdi.

Şimdi şöyle bir çevremi tarıyorum da; nerde bizim mutlu, mesut, haddimizi ve yerimizi bilerek yaşadığımız çocukluk ve gençlik yıllarımız; nerde şimdi, çocuklarımıza ve de gençlerimize yaşattığımız yıllar.

* * *

Bütün bunları, geniş katılımlı bir dostlar sofrasında dillendirdim.

İlgiyle dinlendi.

O masada bulunan dostlardan biri de, söz alıp şunları söyledi:

“… İsmail Beyin anlattıklarından etkilenmemek mümkün değil elbet. Ben de / biz de benzer şeyler yaşadık. Yeri geldiği zaman ben de, çevremdeki pek çok aklıselim insan da; bunları dillendiriyor ama şu ortamda; kimse kimseyi duymuyor ki.

Ekonomik sıkıntıların verdiği bezginliklerden, yorgunluklardan, yanılgılardan, hayal kırıklıklarından, herkes kendi payına düşeni alıyor ve eziliyor.

Bunun için de içine kapanıyor ve yalnızlaşıyor.

Olan biten karşısında da; ya kör sağır kesiliyor ya da kör sağır ayağına yatıyor.

Böyle böyle içimizdeki güzel duyguları tek tek öldürüyoruz.

Düz insana, dürüst insana, açık ve net cümleler kullanan insana hasret kaldık.

Günümüz politikacıları arasında kaşı gözü oynamayan, aldatmayan, yalanlara batmayan, kuru sıkı atmayan. güven veren insan kalmadı ki…”

… …

O an masamıza karamsar bir hava egemen oldu.

Sustuk.

Sustuk ve sofradan kalkana dek gözlerimizle konuştuk sadece.

Karamsar bir ruh haliyle de sofradan kalkıp, dağıldık.

Güzel günler, güzel yıllardı bizim çocukluk yıllarımız.

Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda; günümüz çocuklarının ve gençlerinin ayırdında olmadan yaşadıkları sıkıntıları ve bunalımları hiç yaşamadık.

Güzel günler, güzel yıllardı bizim çocukluk yıllarımız.