18 Aralık tarihli köşe yazımda Trump sonrası Biden döneminde Türkiye –ABD ilişkilerinin nasıl bir seyirde ilerleyeceğine ilişkin anekdotlar paylaştığım yazımda, geçmişten günümüze ve geleceğe ilişkin öngörülerde de bulunmaya çalıştım.

Ancak son günlerde televizyon kanallarında gerçekleştirilen tartışma programlarında “Amerika dost olur mu? Olmaz mı?” sorusu üzerine yapılan tartışmaları şaşkınlıkla izledim. ABD yönetiminin Suriye’de hain örgüt PKK/PYD’ye yaptığı askeri ve siyasi destek zaten Türkiye’ye dost olmayacaklarını gösterir nitelikte.

“Amerika dost olur mu? Olmaz mı?” sorusuna cevap olur mu? Olmaz mı? bilmem ama 18 Aralık tarihinde yayınlanan “BU TAHTA MIH TUTMAZ!” başlıklı yazımı siz değerli okuyucularımla tekrar paylaşmak istiyorum:

“BU TAHTA MIH TUTMAZ!

Stratejik ortağımız ve NATO Müttefikimiz ABD ile bu sefer de "yaptırım" krizi ile karşı karşıya geldik. Yaptırım kararının ardından Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Dışişleri Bakanımız ile devletimizin her kademesinden ve siyasilerden peş peşe sert açıklamalar geldi. Soğukkanlı olmakta fayda var.

İnanın ABD'nin bu tavrına ben pek şaşırmıyorum. Defaten daha önce kaleme aldığım yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi ne yazık ki ABD ile geçmişten bugüne hastalıklı ilişkilere sahibiz. Ve bu hastalıklı ilişki bu şekilde devam edecek gibi.

Ancak bugünü anlayabilmek için Türkiye ve ABD ilişkilerinin dünü ve bugününü iyi irdelemek gerekiyor. Belki o zaman bir türlü yolunda gitmeyen ilişkilerin nasıl bir zeminde ilerlediğini görebilmemiz mümkün olacaktır.

İkinci dünya harbinden sonraki oluşan dünya düzeninde Josef Stalin'in liderliğinde S.S.C.B. (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Avrupa ve Asya kıtalarının arasında sınırı oluşturan, Ural dağlarından, Japonya'ya kadar uzanan, kıta büyüklüğündeki sahaya yayılmıştı ve dünya neredeyse, ABD ve Müttefikleri ile Sovyetler Birliği arasında ikiye bölünmüş gibiydi.

Biz Türkiye olarak Sovyetler Birliğinin komşusuyuz ama komünizmden uzak durmak istiyoruz. Fakat Sovyetlerin istekleri bitmiyor. Bütün Türkiye'de dinlenebilen, Rus radyo ajansı var. Radyo yayınlarında "Çorum 'da saat kulesi dibinde bekleşen" işsizler olduğunu bile anlatıyor.

İşte o günlerde Stalin'in Kars ve Ardahan'ı istediği dedikodusu yayılıyor. Kars ve Ardahan Sovyetler Birliği’nin toprak nüfuz alanı içerisinde devede kulağın tüyü bile değil, ama bu tamahkâr lider Gürcistan'ın Kars ve Ardahan'a yakın bir köyünde doğduğundan olsa gerek buraları istiyor olmalı.

İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığını yürüttüğü o devirde Türkiye'nin destek arayışı içinde olmasından doğal bir şey olmayacağı ortadadır ve o günlerde, Amerika Birleşik Devletlerinden de beklenen destek yoktur.

12 Temmuz 1947 tarihli yardım anlaşması ve İMF ile Dünya Bankasına üye olma ile başlayan yakınlaşma, hemen her alanda ABD ile müttefikliğe dönüşmüş ama Türkiye hiçbir zaman müttefikliğin gerektirdiği dostane ilişkiyi bulamamıştır. ABD ile yakınlaşmayı başlatan Sayın İsmet İnönü'nün 1964 yılında Lyndon Johnson'un çirkin mektubu üzerine söylediği sanılan:"Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır." dedirten isyana benzer söylemine kadar gelmiştir.

İnönü'nün bu sözleri tarih vererek, mektuptan iki ay önce söylediğini yazanlar var. Demek ki durumun vahameti daha önce başlamıştır.

İnönü'nün basına da yansımış olan Time Dergisine verdiği beyanatında:"Kıbrıs'taki bu haksız durum devam eder, müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir, bu böyle devam ederse günün birinde batı'nın savunma sistemi yıkılır, yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yenidünya içinde yerini bulur."

Rahmetli İnönü, 56 yıl önce, adım adım geldiğimiz günümüzdeki durumu anlatıyor gibi geldi bana. Değişim olmadı değil. S.S.C.B. dağıldı. Çin büyük güç kazanarak söz sahibi oldu ama yenidünya kurulamadı. ABD'nin hâkimiyeti korkunç borçlarına rağmen devam ediyor.

Bu duruma nasıl geldiğimize bakalım:

1974'de Kıbrıs Barış Harekâtı oluyor. Haşhaş krizi üstüne gelen bu duruma 05 Şubat 1975'te ABD tarafından Türkiye'ye yönelik silah ambargosu kararı alınıyor. Türkiye buna Kıbrıs Türk Federe devletini kurarak, 1969'da imzalanan " Savunma İşbirliği Anlaşması’nı askıya alarak, İncirlik dahil tüm askeri tesislerin TSK'nın kontrol ve gözetimine alınması ile karşılık veriyor. Ambargo ve yaşanan kriz 1978'e kadar sürüyor.

Ecevit'in "Gölge etme başka ihsan istemez." diye bağırdığı isyan denilebilecek olay var.

PKK'nın kurulduğu günden beri incirlikteki ABD birliğinden silah desteği aldığı, güneydoğu dağlarımızın ağır silahlarla donatıldığı bilinmesine rağmen terör örgütü söylemimize katılıyorlardı ama artık aksini söylüyorlar, PKK'ya yandaş tavırlarını gizlemiyorlar. Bunu da Suriye'de 30 bin tır silah yardımı yaparak ortaya koydular.

1 Mart tezkeresinin yarattığı travmadan sonra 4 Temmuz 2003 günü Amerikan askerleri Irak'ın Süleymaniye kentinde Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı subaylarımızın bulunduğu karargâha baskın düzenleyip başlarına çuval geçirerek sorgulanmak üzere Bağdat'a götürüp 60 saat boyunca rehin tutuyorlar.

Daha sonra üst üste yaşanan birçok kriz. Gelinen noktada ben diyorum ki: "Bu tahta mıh tutmaz."

ABD halen soğuk savaş kalıntısı bir dış politika anlayışı ile dünya siyasetini belirlemeye çalışıyor. Ancak bu politikanın artık itibar görmediği bir gerçek. Türkiye de artık dış politikasını soğuk savaş dönemindeki gibi götürmüyor, kendi menfaatlerini, bölgesel çıkarlarını öne çıkaran bir dış politika izliyor.

Bu yaptırım kararının arkasında sadece Rusya'dan aldığımız S-400 Hava Savunma Sisteminin yattığını düşünmek akılcılıktan uzak olacaktır. Ben geri planda Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Dağlık Karabağ'da yaşanan ve Türkiye'nin bu bölgelerde artan nüfuzunun da etkili olduğunu düşünenlerdenim.

de şunu kabullenmesi gerekiyor. Artık iki kutuplu bir dünyada yaşamıyoruz. Günümüzde bölgesel güç olan devletler öne çıkmaya başlıyor. Rusya da bunun farkında olsa gerek, görüş ayrılıklarına rağmen Türkiye ile ilişkilerini her zaman sıcak tutmaya çalışıyor.

Bakalım Biden döneminde Türkiye-ABD ilişkileri nasıl bir seyirde ilerleyecek.”

*

Rahmetli babam, bir kavgaya gittiğinde, gerçek dostun yanında yer alır anlamına gelen “Güvenilir dost, öndüce dövüşe gider” sözünü sık sık söylerdi. Stratejik ortağımız ve NATO Müttefikimiz ABD eylem ve söylemleriyle bunun tam aksi bir istikamette adımlar attı ve atmaya da devam ediyor.

Geçmişte ve bugün, belki de gelecekte de hastalıklı ilişkilere sahip olduğumuz, olacağımız ABD sizce Türkiye’ye dost olur mu? Yorum sizin…

En güzel günler sizlerin olsun.