Anlam… Ortak toplumsal çıkarımlarla, “kişiye has” bireysel çıkarımların farklılığı… Kadim yol ayrımı sanatın… Anlamın gündelik dilde bir ortak payda olması; tek tek bireylerden ve kurumlardan oluşan toplumun düş-düş’ün damarlarının tıkanması gibi görünür.  Parça-bütün, birey-toplum arasındaki farklılık… Toplumun bireylerden oluşsa da bireylerin toplamı olmaması… Sosyal yapıların aritmetiği yadsıması…
Birey-sosyal yapılar-toplum ilişkisi daha çok geometriktir. Hem de uzay geometrisi… Gölgenin, gölgesi olduğu şeyden başka bir şey olması…
Yıl 1981… 1970-1980 arasında Türkiye’de yaşanan toplumsal dalgalanmanın değerlendirmesini yapmaya çalıştığım dönem… Yeniden felsefe okumaları… “Yanıldık ve yenildik… Bir yerde hata yaptık ama nerede?” sorusuna aranan yanıt veya yanıtlar… Gündelik hay huy içinde okunamayan metinlerin okunup değerlendirilmesi… Örneğin Attila İlhan ustanın “Hangi” dizisi gibi… Bir taftan da şiire daha fazla vakit ayırdığım günler… Şairin, şiiriyle ve kendisiyle hesaplaşması… “Neyi, nasıl yazarsam zamanı aşarım?” sorusuna aranan yanıt veya yanıtlar…
1981 yazında “Bir Yazın Kesitleri” adlı bir şiir yazdım, 19 bölümlük… O yazın Haziran ve Temmuz ayları bu şiiri yürüyerek geçti gitti… Bazı şiirler vardır, giriş bileti alırsınız, çıkış bileti o şiire aittir. “Bir Yazın Kesitleri” de öyle oldu. Ağustos yazılanların demlenmesiyle ve son kararlarla geçti. Tekirdağ’a gittiğin bir hafta sonu kumsalda otururken bile yakamdan düşmeyen sesler, resimler… Şiirin şairiyle hesaplaşması…
Bütün bunlar olup biterken 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesinin şok dalgalarının devam ettiğini söylemeliyim. Beş arkadaş Eylül ayında tatil yapmak üzere anlaştık. Eskilerin deyişiyle tebdil-i mekân… Güney’e gideceğiz…
Ve tatil… Çantama dergilerle birlikte “Bir Yazın Kesitler” dosyasını da aldım. Coğrafyanın değişmesi şiirin hesaplaşmasını ne denli etkiler bilemiyorum.



Antalya-Side ilk durağımız oldu… Öğle sıcağının yoğunluğunu duş yaparak odalarımızda savuşturmaya çalışıyoruz. Oda arkadaşım, aynı zamanda Akademi’den (İİTİA, şimdilerde Marmara Üniversitesi) sınıf arkadaşım Mişel… Sordu, “Okunacak kitap var mı?”
Değişen coğrafyanın etkisi belki de “Bir Yazın Kesitleri” beni, ben de onu unutmuşum. Mişel’in sorusu ile çantadaki dosyayı hatırladım. Ben H. Gösteri okurken Mişel “Bir Yazın Kesitleri”ni okumaya başladı. Şiirin tamamını okumak için gereken süre geçmemişti ki Mişel yerinden doğruldu ve gözlerinin aça aça konuştu… “Bu şiirden hiçbir şey anlamadım… Ne demek istiyorsun sen?”
Yanıtım Mişel’i hem kızdırdı, hem de şaşkınlığını arttırdı. “Sen neyi anlıyorsan onu… Hiçbir şeyi anlıyorsan hiçi…”
“Ne demek istiyorsun sen?” diyerek sorusunu yineledi Mişel, “ben Nazım’ı, Ahmet Arif’i, Enver Gökçe’yi okuyorum. Onların ne demek istediğini anlıyorum… “
Metnin birincil göndermelerinin “armut pi ağzıma düş” kolaylığını alışan okur için metni düşünmek, düşlemek, o’nun göndermelerini kendi altyapısal birikimine göre algılamak çaba ve emek istiyor.
Mişel’in ve ortalama Türkiyeli okurun yapmak istemediği işte bu çabadır. Şiirin/sanatın; ilgi, bilgi, sevgi ile okunması, izlenmesi, duyumsanması, algılanmaya çalışılması gereken bir uğraş olduğu çokluk görülmüyor ne yazık ki… Bir bakıyorsunuz her canı isteyen sanat üzerine ahkâm kesiyor…
Burada bir yol soluklanıp Hilmi Yavuz’un kulaklarını çınlatmanın zamanıdır…
Yıl yine 1981… Nişantaşı günleri… Mehmet Atay ile tanışmanın, arkadaş ve dost olmanın keyfini çıkardığımız günler… Gelişim Yayınları’nın merkezi daha Levent’e taşınmamış. Hilmi Yavuz, Boğaziçi Üniversitesi’nde ders verirken bir taraftan da Gelişim Yayınları’nın danışmanlığını yapıyor…
Akşamüstleri Mehmet Atay (Bir dönem Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı yaptı), Hüseyin Sungur (O şimdi Mersin’de) ile Hilmi Yavuz’a uğrayarak sohbet ediyoruz.
Uğradığımız o gün Hilmi Yavuz hayli sinirliydi. Adeta burnundan soluyordu… “Acaba sigarayı bırakmanın sonucu bir gerginlik mi?” diye düşündük… Ama değil… Bir miktar enfiye çektikten sonra, Birinci paketinden bir sigara aldı. Sigarayı yakmıyor, içer gibi dudağında tutuyordu. Bir yanı ıslanınca da öbür yanını çeviriyordu…
“Hayrola Hocam?”  dedik… Hilmi Yavuz, “Yahu, hiç apartman kapıcıları ile mimari tartışılır mı?” diye sordu. Ve ekledi, “Niye herkes şiir için ahkâm kesiyor?”
Mesele anlaşılmıştı. Belki ders verdiği Boğaziçi Üniversitesi’nde, belki de zaman zaman uğradığı bebek’teki kahvede yapılan bir tartışmada Hilmi Yavuz celallendirilmişti. Yoksa, şiirle ilgisi olmayan birisi bir şeyler mi yazmıştı, bir yerlerde?...
On dört yıl önce genç bir şairin kendince hak verdiği bir meseleydi bu. (İşbu yazı Yaklaşım Dergisi’nin Haziran 1996, 16. sayısında yayımlanmıştır.) Şiirle ilgisi, o konuda bilgisi, birikimi olmayan birinin ahkâm kesmesi olacak şey değildi. Bugün de her konuda farklı düşünmediğimi söylemeliyim. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” diyen Uğur Mumcu’nun anısına saygıyla…
Sanat, ilgi-bilgi-sevgi üçgeninde duyumsanan bir şey... Anlam mı dediniz? Şeylerin dış kabuğu belki de… Ya da ilgi-bilgi-sevgi üçgeninin dördüncü köşesi…