Son zamanlarda, tüyler ürpertici bir kuşku ile karşı karşıyayız.

Dünyayı açlıktan kurtarma, beslenme yetersizliğinden ölümleri azaltma gerekçesi altında, genetiği ile oynanan gıdalar yoluyla, bize “bilinçli olarak” yavaş yavaş sağlığımızı kaybettirenler mi var?

Sosyal medyada öylesine bilgiler, videolar dolaşıyor ki, bazı gıda maddelerinin gıda ile ilgilerinin olmadığını, kimyasal bazı oluşumların gıda diye insanlara yedirildiğini veya içirildiğini, hayretler içerisinde gözlerinizle görüyorsunuz.

Ve “neler oluyor” diye şaşkınlık uçurumlarına yuvarlanmaktan kendinizi alamıyorsunuz.

*

Alın size bir gazete haberi:

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2017 raporuna göre, Türkiye, obezitede dünya dördüncüsü, Avrupa birincisi imiş…

Düne kadar “doğal beslenme şampiyonu” olan Türkiye, ne zaman, nasıl bu unvana ulaştı, ulaştırıldı?

Birazcık fazla kilodan değil, obeziteden bahsediyoruz.

Nasıl rekortmen olduk?

*

Kısaca GDO dediğimiz genetiği değiştirilmiş organizmaların yaşantımıza girmesi daha çok yeni sayılır.

Kısa sürede nasıl bu kadar yaygınlaştığına akıl erdirmek mümkün değil. Ama galiba, bizler bu kavramı duymadan onlarca yıl, belki yüz yıl önce bitkilerin genleriyle oynanmaya başlanmış. Şimdilerde ise bu çalışmaların sonuçları, kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk geni taşıyan patates, balık geni taşıyan domates olarak karşımıza çıkıyor.

Anadolu’da “doğal” tohumluk neredeyse kalmadı, yerlerini tek kullanımlık “yapay” tohumluklar aldı. Hayvan yemleri de yapay…Dolayısıyla hayvanlardan elde edilen et de, süt de doğallığını hızla kaybediyor.

Daha vahimi, tarım toprakları zehirleniyor.

*

Konumuz obezite ya…

“Hiçbir şey yemiyorum, içmiyorum, yine de kilo veremiyorum” diye yakınanları çok duyarsınız.

Gerçekten bu insanlar, bu kadar kilolu olmayı, bu kadar sağlıksız olmayı hak edecek kadar yemiyor, içmiyor olabilirler…

Ama bir kez doğallığımızı kaybettik; biyolojik çeşitliliği ve ekolojik dengeyi bozduk ya…

Gerçekten “su içseler yarıyor” olabilir.

*

Uzmanlar diyor ki:

“Hastalık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı olması için genleriyle oynanmış bir buğday türünün belki verimi yüksektir ama, bir hastalık ya da zararlı sayesinde o türün yok olması ve dünyada artık başka bir buğday yetiştirilmediği için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felaketi beraberinde getirebilir.”

*

Peki nasıl başedeceğiz bu tehlikeyle?

Dünyayı avucunun içine alan küresel şirketlere karşı şansımız var mı?

Elbette karanlık bir tablonun içindeyiz, ama söz konusu olan insan yaşamıdır, kendi yaşamımızdır.

Teslim olamayız.

Doğal üretime dönüşe kendi çapımızda destek vererek, bu varoluş mücadelesine katkı sağlamaya başlayabiliriz mesela.

Hiç olmazsa yakın çevremizde farkındalık oluşturabiliriz.

Yaşamsal bir konu çünkü bu.