Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, 24 Nisan Cuma hutbesinde, “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir” dedi.

Ve devam ederek “Yılda yüzbinlerce insan, gayrimeşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HİV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” dedi.

Ankara Barosu bu açıklamalara cevap verdi. 26 Nisan günlü yapılan açıklamada, “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, insanlığın bir kesimini nefretle aşağılayıp, kitlelere hedef gösterdiği konuşmayı şaşkınlıkla ve ibretle izledik” denildi.

Ve açıklamanın devamında, “Şaşkınlığımız; sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın, bir devlet kurumunun başında oturup, söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşa ederek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesindeki kan kokan cüreti sebebiyledir” denildi.

Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Barosu hakkında “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama” suçundan soruşturma başlattı.

***

Elbette son günlerin bu tartışması, siyasi gündemin de önemli bir konusu oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan saldırı devlete yapılmış sayılır” dedi.

Meral Akşener, “Ankara Barosu’nun açıklamalarını çok yanlış buldum” dedi.

AKP cephesi Diyanet İşleri Başkanı’na sahip çıkıp Ankara Barosu’na karşı tavır alırken, CHP cephesi Diyanet İşleri Başkanı’nı suçlayıp Ankara Barosu’na sahip çıktı.

Devlet Bahçeli ise “Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’nı hedef alarak, ‘sesi çağlar öncesinden gelen şahıs’ olarak itham etmesi, nefret dilinden bahsetmesi, İzmir Barosu’nun aynı tıynetin yörüngesine girmesi, Yüce Allah’ın kelamıyla birlikte efendimize ve dinimize vahim bir saldırıdır” dedi.

Aralarında Alevi Bektaşi Federasyonu’nun da bulunduğu 22 STK ise ortak bir bildiriyle, “Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet Kurumu olmaktan uzaklaşmış ve Anayasal görevlerinin dışına çıkmıştır…” diyerek tepki gösterdi.

Ve TBB Başkanı Metin Feyzioğlu da “Ankara Barosu tarafından yapılan bu sorumsuz açıklamayı tasvip etmemiz mümkün değildir” diyerek tepkisini gösterdi.

***

Konu bu…

Konu bu ama tüm dünyanın ve de ülkemizin yaşadığı bir felaket döneminde, ne zaman atlatılacağı bile belli olmayan böyle bir dönemde bu gibi sözler, içinde saklı bir tehlikeyi taşır olmaktadır.

Özellikle de inancın temsilcilerinin ve de hukukun temsilcilerinin amacını aşabilecek söylemleri, toplumu birbirine tetikler olabilecektir.

İşte bu nedenlerle Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı konuşma, Ankara Barosu’nun buna verdiği karşılık, böyle bir güne uygun düşmemiştir.

Burada şu haklı, bu haksız demenin de hiçbir anlamı yoktur. Zamanlaması çok yanlıştır. Kullanılan cümlelerin içinde tetikleyici ve kışkırtıcı bir dil vardır.

Ve bu tartışma, var olan cepheleşmeye de yeni bir kulvar açmıştır.

Daha da önemlisi:

-Ali Erbaş’ın yaptığı konuşmanın, özellikle zamanlama açısından, tüm dünyada yaşanılan bu felaketin “ilahi bir felaket” anlamında yorumlanabilecek olmasıdır.

-Ve de farklı kimliklere karşı bir tepkiyi tetikleyebilecek olmasıdır.

-Baronun da “sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın” diye kullandığı ifadenin, tahrik edici bir dil olmasıdır.

Sonuçta Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ve Baronun kullandıkları ifadelerde, amacını aşan, kışkırtıcı ve tahrik edici yorumlanabilir bir dil kullanılmıştır.

Ve de böyle bir tartışmanın önünü açmak, özellikle bugün için çok manidar olmuştur.

***

İşte bu nedenlerle bu gibi kurumlar;

-Sözleri ve sözcükleri özenle seçmeli idi.

-Her sözün zamanlamasına daha bir özen göstermeli idi.

Aslında zamansız ve gereksiz bir tartışmayı açarak bir kavgayı tetikleyebilecek bu oluşumlara, Anadolu’nun bilge ozanı Yunus Emre, 700 yıl öncesinden gerekli sözü söylemişti.

“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz”

Evet, bu tartışmayı yaratanlara, bu tartışmanın yaratılmasına neden olanlara, başka ne demek gerekir? Bilemiyorum…