Artık televizyon izleyemiyorum. Ne zaman açsam karşımda yandaşlarını terörize etmeye çalışan, sinirli, laf sokuşturan politikacılar. Her söylenene birkaç ağızdan karşılık… Ortalık toz duman… Vatan haini, alçak, yalancı, çapsız, işbirlikçi vs…

“ Birileri sustursun şunları!” diye haykırmamak için kendimi zor tutuyorum…

Bu nasıl bir egodur, nasıl bir kompleksler manzumesidir bu!

Şiirler, fıkralar, kıssalar, özlü sözler, ayetler, taşlamalar, rubailer…

İnsan günde yüzlerce kanalda, yüzlerce kez konuşmasının, görüntüsünün yayınlanmasından nasıl rahatsız olmaz, üstelik bundan zevk duyar, anlamış değilim doğrusu…

İşgüzar sermaye medyası iyice suyunu çıkardı, her konuda olduğu gibi bu politikacılar arasında oynanan meddah oyununun da…

“ Büyüklerimiz” her konuda ahkam kesiyorlar, biz değerli seçmenlerini avlamak için… Ama nedense, ne kadar çok şeyden bahsederlerse o kadar az şey anlatıyorlar…

Mesela Suriye’yle neden savaşın eşiğine geldiğimiz konusunu bir türlü açıklayamadı hükümet. Ya da biz, ( bi taraf olmayanlar) anlamazdan geliyoruz!

Esad’ın iktidarda kalması ülkemizin Ulusal çıkarlarına nasıl zarar veriyor mesela?…

Esad’ı devirmeye çalışan silahlı muhalefete açıktan destek vermeye kadar varan dış politikamızın altında yatan gerekçe nedir?

Bizim bilmediğimiz, hükümetin bildiği bir tehdit mi var ülkemize karşı?

Esad devrilince ülkemiz neler kazanacaktır?

Amerika, Rusya, Çin gibi ülkelerin nüfuz savaşını anlayabiliyorum ya da İran’ın, Irak’ın, İsrail’e karşı dayanışma içinde olmalarını da…

Ana muhalefet partisinin dediği gibi emperyalistlerin taşeronluğuna mı soyunduk yoksa?

Maşa mıyız?

ABD sözcülerinin dediği gibi, bir el ve bir eldiven ilişkisi mi var aramızda?

Bu söz ne anlatıyor acaba?

ABD ve Türkiye’nin çok yakın dost olduğunu mu, yoksa bir profesörün dediği gibi, Esad gittikten sonra bizi bir eldiven gibi elinden çıkarıp atacağını mı?

Kaddafi’nin devrilmesi için en keskin demeçleri verip, üstelik yeni yönetime çanta dolusu para götürüp ama karşılığında hiçbir çıkar elde edemediğimiz Libya hüsranından aldığımız dersle Suriye’ de pastanın büyük parçasını kapma umudu mu?

Korkarım bunların hiçbiri değil!

Bunlar emperyalist, saldırgan ülkelerin vahşi ve gözü dönmüş hesapları olmasına rağmen Ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket etmek olarak değerlendirilebilirdi toplum tarafından…

Sanki daha başka bir şeyler var diye düşünmekten kendini alamıyor insan… Öyle ya, dış politikamız Ulusal çıkarlar üzerinden belirlenmiş olsaydı bunu açıklamakta bir sakınca görmezdi hükümetimiz.

Yoksa dinsel bir temel üzerinde mi yürütülüyor dış politikamız?

Suriye’de Şii bir yönetim olması mıdır bütün sorun?

Yoksa cihat mıdır dış politikamızın referans noktası?

İlan edilmemiş bir cihat’a mı soyunduk Ortadoğu’da?

Ortadoğu’da ve çevre ülkelerinde Sünni yönetimleri iktidara getirmek gibi bir misyonla mı yürütüyoruz dış politikayı?

Arap Baharı sonrası Asya ve Afrika ülkelerinde devrilen yönetimlerin yerine daha radikal unsurlar iktidara geldi. Müslüman Kardeşler Örgütü bazı ülkelerde iktidar oldu, bazılarında etkinliğini ve gücünü artırdı. Belli ki AKP hükümetinin Türkiye’de paramparça ettiği laik yapının diğer Müslüman ülkelerde sürmesine de tahammülü yok.

Irak’ ta Maliki’ ye olan düşmanlığına ve iki devlet arasındaki ilişkilerin bu denli gerilmesine neden olan sorun terör falan değildir. PKK Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin topraklarında üslenmiştir ve Barzani ile ilişkiler, parti kurultayına davet edilecek kadar iyi düzeydedir.

Maliki hükümetince kırmızı bülten çıkartılan ve katliamlara karıştığı için mahkum edilen Haşimi AKP hükümetinin koruması altında ülkemizdedir ve Esad devrildikten sonra Şii Maliki hükümetinin alaşağı edilmesi için sahaya sürülecektir muhtemelen ve Esad’a karşı izlenen politika Irak’ ta hayata geçirilecektir.

İran zaten ABD ve batı ülkelerinin ablukası altındadır şimdilik.

Neresinden bakılsa dinsel kaygılarla yürütülen bir dış politika var sanki. Somali’deki, Myanmar’daki Müslümanlara yardım kampanyaları, İHH gibi muhafazakar dernek ve vakıfların faaliyetleri günden güne yoğunlaşıyor.

Yaser Arafat’ ın adı bile geçmiyor ama Hamas lideri Halit Meşal için tüm imkanlar seferber ediliyor.

“ Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” sözü sayın Başbakanımızın dilinden hiç düşmüyor ama bu sözü destekleyecek icraatların hayata geçtiğini de söylemek güç.

Madımak sanıkları, Hırant Dink’ in katledilmesine karışanlar, TİP’ li gençleri katledenler, Hizbullah sanıkları bir bir bırakıldı çıkarılan yasalar ve yapılan düzenlemelerle.

Alevi yurttaşların sorunlarına, taleplerine kulaklar tıkanıyor.

Laikler hapishanelerde.

Anlaşılan, sadece Müslüman bir kimliğe sahip olmak da yetmiyor artık kabul görmek, sevgi ve insanca muamele görmek, devletin şefkatli kollarına sığınmak, ondan yardım beklemek için…

Müslüman Kardeşler kadar Müslüman olmak gerekiyor, takdir edilmek için.

Mübarek ve Kaddafi de Müslüman’dı ama onların en ateşli muhalifi de bizim hükümetimiz ve dışişlerimizdi.

Devletler dış politikalarını Ulusal çıkarlar üzerinden yürütmek zorundadırlar. Toplumun beklediği de budur. Eğer dinsel bir zemine kaymışsa, barıştan, insan sevgisinden söz etmek sadece göz boyama, seçmen avlama, yandaş kayırma ötesinde bir anlam taşımaz. Üstelik düşmanları ve nefreti çoğaltır.

Ziya Paşa’nın dediği gibi:

“ Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”