Hz. Süleyman kanadı kırık serçenin müracaatı üzerine bu olayı gören cinleri topluyor, olayın faili dervişi veya derviş kılıklı (başında sarık, sırtında cübbe, elinde baston, saçlı sakallı Allah dostu görünümünde bir kişi) tesbit ediyor. Kuş ile dervişi sarayda divanda mahkeme ediyor.

Evvela kuşa soruyor; Olayı anlat, diyor.

Serçe; ben kırda çeşmeden kurnadan su içiyordum. Bu kişi geriden beni gördü ve yerden bir taş aldı, bana fırlattı. O anda su içtiğim için kendimi koruyamadım. Taş kanadımı kırdı. Kısas istiyorum. Onun da kolu kırılsın, dedi.

Hz. Süleyman, dervişe hitaben; neden taşı attın, kuştan ne zarar gördün, dedi.

Derviş; ben çeşmeye yaklaştım. Kuş beni gördü ve kaçmadı ve benden korkmadı. Kastım kanadını kırmak değildi ama taşı onu kaçırmak için attım ve kanadı kırılmış, affedin, dedi.

Bunun üzerine Hz. Süleyman, tekrar kuşa sordu; Neden bu adamı gördün bana bir zarar verebilir diyerek kaçmadın?

Kuş kendisini savundu.

Bu adam derviş kılıklı idi. Bundan bana zarar gelmez. Allah’ın adamı görünümü bu idi. Beni bunun kıyafeti aldattı. Meğersem göründüğü gibi değilmiş. Bana taş atmasını gerektiren bir hareketim olmadı, deyince;

Hz. Süleyman orada olayı gören cinlere, olay böyle mi oldu. Sizler oradaydınız dedi. Cinler, evet, olay aynen böyle olmuştur, dediler.

Bunun üzerine divandan karar çıktı.

“Derviş nasıl kuşun kanadını kırmışsa, kısasa kısas. Dervişin taşı attığı sağ kolu kırılacaktır. Ancak serçenin af ve bağışlama hakkı vardır” dediler.

Bunun üzerine dervişin kolunun kırılması için görevliler geldiler. Durumun ciddiyetini gören serçe işe karıştı.

-Bir şartla bu dervişi bağışlıyorum, dedi.

-Nedir şartın?

-Bunun kolunu kırmayın. Ancak bunu bir daha başkalarını kandırıp aldatmaması için insanlara emin görünümü veren, derviş kılığını buna yasak edin. Saçını sakalını kesin ki bu da normal bir vatandaş gibi olsun. İnsanlara buna kanmasınlar, deyince...

Divan bu öneriyi kabul etti.

Adamı derviş kılığından men ettiler. Herkes bunun suçlu birisi olduğunu bilmeleri için de başını, saçını sakalını usturaya vurdular. Böylece aleme ibret olsun, dediler.

Ey akıl ve izan sahipleri; “sığırın alası dışında, insanın alası içinde” derler. Allah’ın ve kulunun istediği bütün insanların hayvanları bitkiler yani doğa gibi oldukları gibi görünmelerin ister ve duruma göre vaziyet alırlar.

Bu bakımdan insanın kıyafeti içini yansıtmalı. Temiz giyinen bir insanın bu güzelliğini kötüye kullanıp içinin pisliğini gizlememelidirler. Mevlana’nın dediği gibi, aslında bu ameli münafıklık iki yüzlülüktür. Mevlana hazretleri bunu atasözü haline getirmiştir.

Ya olduğun gibi görün,

Ya da göründüğün gibi ol.

Fağtebiru ya ülül ebsar

Fağtebirü ya ülül elbab

İbret alın ey akıl ve görüş sahipleri. (Ayet)

İBRETLİ HİKAYE

Behlülü Dânâ; Abbasi devletinin halifesi Harun Reşit zamanında yaşamış, görenlerin deli dediği, aslında veli olan bir Allah dostudur. Kimisi Harun Reşit’in kardeşi der. Kimisi de saraydan hürmet ve tazim gören sarayda ağırlanan bir akıldane hekim hikmetli söz söyleyen bir Allah dostudur.

Behlülü bir Dânâ, bir gün Halife Harun Reşit ile karşılaşır.

Harun Reşit, -koca halife- Behlül’e; “Nerelerdesiniz, görünmüyorsunuz? Nereye gidip, nereden geliyorsunuz?” der.

Behlül, hiç düşünmeden “Cehennemden” der.

Harun Reşit şaşırır: “Ne işin var cehennemde, cennet dururken?”

Behlülü bir Dânâ anlatır: “Ateş lazım oldu (eskilerde ateş bulunmaz, kibrit yok, ateşi tekrar yakabilmek için küllerlerdi. Yani küle gömerlerdi) Kimsede bulamadım. Ateşin kaynağı olan cehenneme gittim. Fakat cehenneme memur Zebani adlı cehennem hakimi melek, burada ateş yok, dedi. Nasıl olur?

Cehennemin adı Har-Ateş değil mi diye sorunca;

Cehennem meleği; Evet, gerçekten burası ateş yeri olarak bilinir. Ancak buraya herkes kendi ateşini kendi getirir. Yoksa burası ateş kaynağı değildir” dedi.

Harun Reşit, koca hükümdar: “Behlül, cehenneme ateş götürmemek için ne yapmalı?”

Behlül: “Sen hükümdarsın, adalet, adalet, adalet.”

(Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az, demişler.)

Hz. Ömer R.A. “Fırat nehrinin üzerinden geçen keçinin köprü tahtalarının çürüklüğü nedeni ile bacağı kırılsa, Allah onu benden, Ömer’den sorar” demiş.

Merhum ABD Başkanlarından Kennedy, “Ey halkım, pasifikteki balıkçı bizim kadar rahat ve huzura kavuşmadan bana, bize rahat yok” demiştir. Ne yazık ki, dünya barışı uğruna suikaste kurban gitmiş, failleri meçhur kalmıştır.

Hz. Ömer ile ilgili ilginç olaylardan bazılarını bu sütunda sunacağız.

HZ. İBRAHİM’İN HİKAYESİ VE İHTİYAR MECLİSİ

Hz. Allah cc. Rahman sıfatı gereği kendisine inanan-inanmayanların inançlarına bakmaz, rızkını herkese ayırımsız verir.

Bir örnek olay:

Hepimiz biliriz ki, Hz. İbrahim A.S. ülülazım –en büyük- peygamberlerdendir. Kur’an’da bildirilen bütün peygamberler onun neslinden, yani Hz. İbrahim oğulları İshak AS (Beni İsrail peygamberlerinin) neslinden Hz. Nuh SAV. Hz. İsmail’in neslinden gelmiştir. Kıyamete kadar (adının anılmasını yüce Allah’tan istediği için) adını anıyoruz. Nerede “Allahümme salli ala Muhammedün ve ala Ali Muhammed. Kemasalleyte ala İbrahime ve ala Ali İbrahime inneke hamidün mecit” Bu salavatı farz ve sünnet namazların tamamında günde 56 kere anıyoruz. Bu Hz. İbrahim AS için ulaşılan en yüce şereftir ve Hz. Muhammed SAV.le anılması ayrı bir onurdur. Niçin; elbette ki ulu Allah’ın koruma garantisi olmakla beraber, hiçbir insanın yapamayacağı fedakarlıkları yapmıştır. Örneğin (Nemrut –putperest kral-) Urfa’da onu ateşe atmıştır. Oğlu Hz. İsmail’i -Allah emrettiği için- kurban ederken Allah canına bedel koç kurban göndermiştir. Kabe’yi yapmış vs gibi çok önemli işleri Allah’ın emri ve yardımı ile başarmıştır. Ayrıca Hz. İbrahim cömertlerin piridir. Ömrü hayatında yanında evinde bir misafir olmadan ağzına yemek –su bile- koymamıştır. Kendisine insan suretinde melekler gelmiş, bir tek ineğini o melek misafirler için kesmiştir. (Zariat 23-27. sh.520) detay anlatılmaktadır.

Bu kadar büyük peygamber (ufacık hata) zelle sadır olabilir. Hz. İbrahim müsait olduğu zamanlarda misafirsiz yemek yememiş. Eğer insan bulamazsa, kedi köpek vs gibi hayvanlarla sofra kurarmış.

Yine günlerden bir gün, dört yolun çatında 4 saat beklemiş. Sonunda piri fani 90-95 yaşlarında beli bükülmüş, uzun saç ve beyaz sakallı bir ihtiyar yolda görünmüş. Hemen sevinerek onu evine götürmüş ve sofraya otutturmuş.

(SÜRECEK)