Devrin padişahı vaktiyle kemal sahibi bir nedimine -yakını olan mürşidine- müsteşarına diyor ki, insanlar ermiş, evliya kişilerden söz ediyorlar. Bunları bilmek, görmek mümkün müdür? Nedimesi de (can dostu, danışmanı) haydi sokağa çıkalım, esnafı bir kolaçan edelim. Hem de bir denetim yapmış olursunuz. Belki bu arada bir veliye rastlarız, demiş. Yola koyulmuşlar, önce kamil olan zat (padişahın arkadaşı) önce bir kasap dükkanına uğramışlar. Tebdili kıyafet, kasap “Buyurunuz, müşteri velinimetimizdir, hoşgeldiniz” demiş. Nedime: “Efendim biraz kuşbaşı et, biraz da kıyma alacağız”

Kasap bir parça kesmiş (padişahın rehberi) bu çok yağlı, az yağlı olsun demiş. Kasap yağsız vermiş, yağsız demiş. Kemikli et istiyoruz demiş, kasap vermiş. Bunun kemiği çok, ötekinin siniri, sert vs. Kasap hiç öfkelenmeden bir koyunu parçalamış yine de etini beğendirememiş. Çünkü maksatları et almak değil…Derken, kasaptan bir kilo bile et almadan oradan çıkmışlar. Kasap da bunlara kızıp öfkelenmeden eh, nasip yokmuş, ne yapalım, hayırlısı olsun, üzgünüm size güzel et veremedim, güle güle demiş.

Padişah ve nedimi oradan ayrılmışlar. Kamil olan nedimi padişaha, gördün mü hünkarım bu kasap veli. Koca koyunu parçalattık ve almadık da, bizi hürmetle karşıladı, saygıyla uğurladı. İşte keramet dedikleri budur. Gördün mü işte veli böyle olur. Bak padişahım, ben sana böyle birkaç kişi daha göstereyim, deyip bir çuhacı -manifaturacı-ya girerler. Mağaza sahibine bir iki takım elbise alacağız, kumaşları tezgaha indir de bakıp beğenelim, derler. Şu top kumaştan bana bir elbiselik kes, derler. Kumaş sahibi, kararınız kesin mi, şu top kumaşların hepsine iyi bakın, beğenin, üstünüze bir parça koyun, deneyin, sonra fiyatında uzlaşalım, anlaşalım ondan sonra keserim. Beğenmemezlik yapıp vazgeçerseniz kesilen kumaşı da geri almam. Tamam mı, şimdi beğendiğiniz kumaşı gösterin. Ha ben kasap değilim, kumaşı kesersem geri almam ona göre der ve kumaşın parasını alır, kesene verir. Sonra bedestenden (çarşıdan) ayrılır. Nedimi padişaha bu da velidir. Kasabın koyunu parçaladığını biliyor der.

Şimdi söyle bakalım daha dolaşalım mı, yeter mi der. Olay padişahı daha da meraklandırdığı için, biraz daha dolaşalım, bakalım ne göreceğiz, der. Nedimi padişahı bir çömlek –testi- toprak çanak satan dükkana götürür. Çömlekçiye selam verip içeri girerler. Çömlekçi yorguna benziyorsunuz, ne içersiniz, çay mı, kahve mi?...Kahve derler. Çömlekçi kahve söylemeye gidince, hükümdarın nedimi güzelce sıra ile dizilmiş testi, çömleklerin birisini alttan çekince kater yığılır. Birkaç tane çömlek parça parça olur. Bu arada dükkancı da içeri girer. Bakar ki çömlekler kırılmış, padişahın nedimi, efendim, beni bağışlayın, acemilik işte, merak ettim, beğendiğim çömleği alayım derken durum bu hale geldi, deyince;

Çömlekçi, aslında iyi dizilmemiş, yoksa kırılmazdı. Canınız sağolsun, kırılan çömlek olsun. Yeter ki sizin kalbiniz kırılmasın. Çömleğin yapıcısı biziz, yine yaparız. Ama kalbi yapamayız. Onu Allah yapmıştır, diye teselli eder. Bu arada kahveler içilmiş, nedime çömlekçiye­, benim beğendiğim bir çömlek vardı o da kırıldı. Hoşuma yatan bir çömlek de bulamadık, diyerek dükkandan ayrılırlar. Çömlekçi, eh bugün nasip yok, ziyan varmış, cana gelmesin buna şükür, der ve onları uğurlar.

Nedimesi padişaha, bak işte bu da üstün bir veli, değil mi, adamın sabrını gördünüz. Nedimesi padişaha bugün yeter mi, gerisine yarın devam edelim deyince, padişahın merakı daha da artar. Bir yere daha uğrayalım, sonra saraya dönelim, bunları değerlendirelim, der. Nedimesi padişahı bir karpuzcuya götürür. İri iri karpuzlar istif edilmiş, 1.90 boyunda pos bıyıklı dev gibi önünde önlüğü, elinde bıçağı var, macar, kesmece…