HUY CANIN ALTINDADIR CAN ÇIKMADAN HUY ÇIKMAZ

Atasözünü belgeleyen yaşanmış bir hayat öyküsünü sunmak istiyorum. Ben bu hikayeyi uzun yıllar verdiğim vaazlarda çocuk terbiyesi ile ilgili olarak anlatmışımdır. Tam hatırlamıyorum ama, belki yazmış da olabilirim

Anlatacağım olay yaşanmış bir olaydır. Hatta 1970’li yıllardan önce 1967-68 gibi senelerde Diyanet İşler Başkanlığı çocuk terbiyesinde haram lokmanın tesiri, helal lokma ile beslenmenin önemine dair anlatacağım olayı tavsiye niteliğinde 50 sene evvel bir genelge ile müftülüklere bildirmişti ve haram lokmanın insanın fiziki yapısına, ruhuna ve davranışlarına menfi etki yaptığına dair bazı deneyler yaptığını ve bu deneylerle bunun ispatlandığını da belirtmişlerdi. Tabii ki aradan 50 sene geçti. O zaman bunun belgesini arşivlemek hiç aklımıza gelmedi ama yaşanmış bir olayın gerçek hikayesi olarak hep hatırımda ve hatıramda kalmıştır.

OLAY ŞUDUR

O zaman küçük bir kız çocuğu okul çağına gelince okula yazdırılıyor. Okula devam ediyor. Ama bu kız çocuğunda kötü bir huy var. Devamlı elinde iğne taşıyor. Öğrencilerin, hatta öğretmenlerin oturacağı yerlere iğne koyuyor. Elbiselerine iğne batırıyor. Öğrenciler kendisinden kaçar hale geliyor. Bu kızcağızın elindeki iğneleri öğretmenleri her gördükçe alıyorlar. Çocuk bu huydan vazgeçmiyor. Okulda kızın adını “iğneci kız” koyuyorlar.

Durum okul idaresine ve kızın ailesine intikal ediyor. Durum o hale geliyor ki, çocuğun okuldan uzaklaştırılması gündeme geliyor. Olay büyüyor. Milli Eğitim Müdürlüğüne ve daha ileri yönetimlere ulaşıyor. Bu arada huy üzerine araştırma yapan bir ruh bilgini, hadiseyi duyunca bu olayla yakından ilgilenip kız çocuğunu ve ailesini araştırmaya konu ediniyor ve bu işin nedenlerini deneylerle anlamaya çalışıyor.

Çocuğun ailesi, annesi üzerinde yapılan araştırmalarda birtakım ipuçları ortaya çıkıyor. Kız çocuğunun annesi şöyle bir olay anlatıyor: “Efendim, bundan önce biz büyük bir konağın bekçisi ve hizmet edeniydik. Konağın sahibi (hanımı ve beyi) son derece cimri insanlardı. Bırak bahçedeki ağaçlardan meyve koparmayı, yere düşenleri bile yediğimizi istemezlerdi. Bahçede çeşitli meyve ağaçları vardı. O sene nar ağacında her seneye nazaran az nar meyvesi oldu. Yani ağaçtaki narlar sayılı idi. Ben de hamileyim. Nar aşkıyla yanıyorum. Nar koparmam veya sahibemden istemem mümkün değil. Narı koparırsam işimden olurum korkusu ile çareyi elime aldığım iğne ile narları iğneleyip emmede buldum. Meyveleri iğneleyip narın suyunu emiyordum. Ekşi narların suyu bana bal lezzeti veriyordu.”

Olayı dinleyen araştırmacı ruh bilgini, psikolog incelemesini bu olaya yöneltti. Anne baba ve çocuklar üzerine yaptığı deneylerle bilinen psikolog doktor şunu ifade ediyordu: Evet der, yüce yaratan ana ile evladını o derece birbirine bağlamıştır ki, ana karnında aldığı gıdalar doğumdan sonra da beden ve ruh davranışları üzerinde tesirini gösterir ve evladın tam modeli ve örneği önce anasıdır. Ananın davranışları özellikle de kız çocuklarının ruh levhasına nakış gibi işlenir. Anasının huylarını kızlarında görmek mümkün olur. Bu durum kız çocuklarının terbiyesini anlatan şu sözlerle toplumsal anlatıma konu olmuşlardır. “Anasına bak kızını, fabrikasına bak bezini al” demişlerdir.

Bu konuyu araştıran psikolog daha ilginç aileler seçip onların yaşantılarını, geçmişlerini irdelemiş ve neticede bazı deneysel bilgiler elde etmiştir. Bu bilgilerin özü şudur; “Haram lokmadan, haram meni ve haram meniden haram kan meydana gelir. Kan ise insanın hayat kaynağı, ahlakın, huyun ve fiziki yapının, sıhhatin ve marazın göstergesidir. Haramla beslenen vücutta kaza eğilimli ruh hali oluşmakta, o da bedenin davranışlarına yansımaktadır” şeklinde bir netice oluşmaktadır.

Belki garip ama bu olay mantıklıdır da. Haram, helal çizgisine dikkat etmeyen toplumlarda huzur olmaz.

Avrupa’nın teknolojik üstünlükleri nasıl çalışmak ile mümkün olmuşsa, doğru ve dürüst, hak, hukuk çizgisine gösterdikleri dikkatle mümkün olmuştur ve bu hali devlet politikası haline getirmişlerdir.

Örneğin; 1992-2002 yıllarında defaatle yurtdışına Avrupa’ya, Almanya’ya gittim-geldim, Avrupa’yı gezdim.

Münih’te, İmmenstand kasabasında periyodik olarak 3-4-6 ay gibi zaman orada görevde bulundum. Kasabanın emniyet müdürü ile tanıştım. O zaman 20 senelik müdür ve aynı kasabada görev yapıyor. O kasabada yaşayan ve tüm yabancıların dillerini birebir konuşup anlaşacak kadar öğrenmiş, bu arada Türkçe de biliyor. Dünyanın en milliyetçi milleti Almanlardır. Bu müdür bey bana bir televizyon alıp hediye etti. Ben orada görevimi bitirip Türkiye’ye döneceğim zaman eşyalarımı da getirdim. Emniyet müdürü çok nazik bir kişi idi. Beni Münih havaalanına kadar getirdi. Gümrükten geçtik, uçağa bineceğimiz sırada bir anons ismimle gümrük bürosuna gelmem isteniyor. Tabii ki gidemedim. Uçağa binip yurda döndüm. Sonradan beni niçin anonsla aradıklarını sordum. Bana alınan televizyonun KDV’sini iade edeceklermiş. Geçmiş gün 37.5 Mark’ı Çorum Ziraat Bankasındaki o zamanki döviz hesabıma göndermişler. Bu olayla neyi anlatmak istediğimi anlamayan yoktur. Adamlarda doğruluk, dürüstlük, kul hakkı, adalet, hak, hukuk toplumsallaşmış ve devlet politikası halini almış ve genlerine yerleşmiş. Bu nasıl olmuş; eğitimle ve devletin zorunlu kuralları ile adet ve ahlak halini almış. Buna ait birçok örnekleri görmüşümdür.

İyi veya kötü ahlakın insanın bedenine ve ruhuna haram lokma ile yerleştiğini psikolog doktor deneysel olarak ispat etmiştir. Bunun telafisi ise zor olmakla beraber, aile içi terbiye, eğitim ve öğretim ile mümkündür. Çünkü bir insanda utanma duygusu dumura uğrarsa tamiri mümkün değildir. Atatürk ne demiş; Dünya üzerinde görülen herşey kadının eseridir. Kadını eğit ki toplum iyi olsun. (Anası nar iğneleyenin evladı iğneci olur) örneği bunun misalidir. Türkçemizde bir söz vardır, baba evlatları için söyler; “Ben onların kursağından haram lokma geçirmedim.”

Hoşçakalın.