Ümmi Sinan bu düşünce ile meşihat makamına (Diyanet İşleri Başkanlığı) gidiyor. Kimseye sormadan Şeyhülislamın kapısına kadar gidiyor. İçeri girmesine kapı ağaları -görevliler- odacılar mani oluyor:

-Ey hemşerim, burası han kapısı değil, ağır ol bakalım.

Ümmi Sinan:

-Şeyhülislamı göreceğim. Bir müşkülüm -sorum- var da onu danışacağım.

-Kendisine soralım bakalım. Buraya randevusuz girilmez.

-Peki, sorun bakalım.

Sorarlar, Şeyhülislam, sorusu varsa önce müsevvitlere-yardımcılarıma- sorsun, onlar meseleyi çözemezlerse bana gelsin, der.

Bu konuşmaları dışarıdan duyan Ümmi Sinan, Şeyhülislamın emrini anlatmak için dışarıya çıkan kapı ağasına hitaben, hiddetlenerek, yüksek sesle;

-Söyleyin o içerideki adama! Bunlar güya peygamberin varisiyiz derler. Peygamber vekili geçinirler. Sorun o içerideki adama, R.SAV.in huzuruna girmek için böyle kapılar, ağalar, hademeler var mıymış, söyleyin ona, diye dışarıdan bağırır… O Hz. Muhammed SAV. ki, miraçta yüce Allah’ın huzuruna çıkmış bir yüce peygamber iken, odasının kapısında sadece bir perde vardı. Nedir burası? Yoksa mapushane midir, ben yanlış mı geldim, deyince; bu sesleri duyan içerideki Şeyhüislam (din işlerine bakan en yüce makam, padişahın başdanışmanı) dışarı çıkar:

-O zat kim ise, içeriye gelsin, nedir o gürültü?..

Ümmi Sinan hazretleri içeri girer.

Dışarıdaki gürültüye öfkelenen Şeyhülislamın suratı bin karıştır. Ekşi suratlıdır.

Ümmi Sinan’a hitaben, sert bir ifade ile;

-Ne istiyorsun be adam, ortalığı velveleye verdin, deyince;

Ümmi Sinan (o koca ilim ve irfan, maddi ve manevi ilim sahibi);

-Efendim, ben Ümmi -ehil- bir adamım. Bir meselem var onu soracağım, der.

Şeyhülislam;

-Sor ne soracaksan.

Ümmi Sinan:

-Efendim, hep aklıma takılır. Allah’ın ilmi ile kullarının ilmi arasında ne kadar fark var? Kainata baktığımızda insanların bilgilerine hudut biçilemiyor. Bu durumda bana Ulu Allah’ın ilmini benim anlayacağım şekilde basit olarak anlatır mısın, der. Bu memleketin en alim kişisi sizsiniz, der.

Şeyhülislam işin ciddiyetinin hala farkında değildir. Karşısında bir ilim ve irfan devinin olduğunu anlamamıştır.

-Behey adam. Bu ne biçim sorudur. Allah’ın ilmi ile kullarının ilmi hiç ölçülür mü? deyince, Ümmi Sinan birinci taşı duvarın gediğine koymak için;

-Siz peygamber vekilisiniz. R.SAV. öfke ile gadap ile fetva vermeyin, dini talim ederken gayet yumuşak olun, hiddetlenmeyin. Herkesin aklı ve anlayışı bir değildir. Anlayıncaya kadar çalışınız “Kellimünnase ala kuduri ukulihim” Yani, herkesin aklına göre konuşunuz, buyurmuştur. Halbuki sizde bu hiddet ve celal var iken kimse size sual sormaya cesaret edemez. Kendine gel ey efendi, peygamber makamında oturduğunu ve onun gibi davranman gerektiğini unuttu isen, size hatırlatırım, deyince;

Şeyhülislam işin ciddiyetini ve muhatabının ilmi kudretini idrak eder ve;

-Efendi, otur şuraya, sorduğun sorunun cevabını senin ve herkesin anlayacağı şekilde sana çizeyim, der ve önündeki kağıda bir daire çizer. Bu, Allah’ın ilmidir. Dairenin içindeki nokta da bütün kainatın, insanların, alimlerin bilgisidir. Allah’ın ilmi bir okyanus, kullarının ilmi bir damladır. Anladınız mı?

Ümmi Sinan oraya noktayı koyuverir.

-Efendim, çok iyi anladım. Fakat anlamadığım şey bu kadar gurur ve kibire kapılan zatıalinizin bu dairenin içideki insanların ilmini temsil eden noktada sizin ilminizi anlamadım, deyince, Şeyhülislam karşısında bir ilim deryasının olduğunu kavrar. Ümmi Sinan’a karşı duydukları yalan ve iftiraların farkına vararak, tavrı değişir. İltifata ve itibara başlar. Derin sohbetler yapılır.Alimler, ariflerle tartışır, yararlanırlar.

(SÜRECEK)