Yaşanmış ibretli bir olayın hikayesi:

Bu olay, yaşayan yaşlı kadının bizzat ağzından dinlediğim bir hadisedir. Allah ne verirse hayırlısını versin.

Bundan 30 sene kadar önceydi. Çorum vilayet kalemi yazı işleri müdürü olan dostum Lütfi Tümtürk’ü ziyarete gitmiştim. Ziyaretim esnasında 75-80 yaşlarında ihtiyar ve hasta bir nine içeri girdi. O zaman sosyal yardım isteyenleri yönlendiren kişi Lütfi beymiş. Hatta Lütfi bey ayakları tutmayan anasını engelli arabası ile beraber Umre’ye götürdü. Beraber gittik. Lütfi bey kadına sordu. Üzerinde malın mülkün var mı, oğlun kızın var mı? O zaman için size yardım yapılabilmesi için üzerinde kayıtlı mal-mülk, maaşın ve sana bakacak oğlun kızın, yakının olmayacak. Ayrıca çalışamaz, muhtaç raporu alacaksın, dedi. İsmini bilmediğim ama kulaksız cami civarında oturduğunu söyleyen yaşlı kadın, Ne evim var, ne ocağım, ne de maaşım. Ağır hastayım. Olmaz olsun bir hayırsız oğlum var dedi ve gözyaşlarını tutamadı ve başından geçen ilginç olayı bize anlattı. Bana yardımcı olun dedi.

Benim 45 yaşıma kadar 25 sene çocuğumuz olmadı. Evlat aşkı ile yandık tutuştuk. O zaman bunun hiçbir çaresini de bulamadık. Yas halinde kaderimize küstük, bekledik. Bu arada bir de komşumuz var. Oğlu ve gelini ile duruyor. Dul bir hanım. Zamanla onunla oturur dertleşirdik. Bir gün ziyaretine gittiğimde yüzü gözü morarmış. Gelini bunu oğluna şikayet etmiş. Bıçağı anasına fırlatmış ve anasını dövmüş. Kadın bunun için ağlıyormuş. Bana, “Kardeş, sakın sen evladım yok diye üzülme, hayırsız olduktan sonra ne çıkar. Ne şikayet edebiliyorum, ne de derdimi kimseye anlatabiliyorum. Gidecek ne bir yerim ve ne de bir kimsem var. (O zaman güçsüzler yurdu falan yok) Ancak ulu Allahıma beni kurtarması, canımı alması için dua ediyorum” dedi.

Ben de o anda, sonradan çok büyük bir hata ettiğimi anladığım şu cümleyi sarfettim: “Keşke benim de bir oğlum olsa da tek beni bıçaklasa” dedim. Hacet kapıları açıkmış. 45 yaşımdan sonra bir erkek çocuğum oldu. Kurbanlar kestik, bayramlar ettik. Aradan 20 sene geçti. Oğlan büyüdü, askere gitti-geldi. Evlendirdik. Çok geçmedi, babası öldü. Ben bunların, gelinle oğlumun yanında kaldım. Bir tek de evimiz var. Zaman içerisinde gelinle aramız açıldı. Hır gür, dırıltı başladı. Gelin devamlı beni oğluma geçiyor, oğlan hırçınlaştı. Beni dövmeye kalktı. Ben onların araları açılmasın diye sesimi çıkarmıyorum. Bir kış akşamı odanın ortasında soba yanıyor. Ben odanın alt köşesinde, onlar da gelinle oğlum sobanın yanında elma yiyorlar. Yoktan ortaya bir laf attı gelin. Ben de olay öyle değil şöyle demeye kalmadı, oğlum sus, konuşma diyerek elindeki elma soyduğu ekmek bıçağını bana doğru fırlattı. Sakınmak için hızlıca sırtımı onlara, yüzümü duvara döndüm. Hızlı atılan bıçak iki küreğimin ortasına saplandı, taa ciğerime geçmiş bıçak? Hastaneye kaldırdılar. Hastanede altı ay yattım. Polis ifademi aldı. Bıçağın üstüne sırt aşağı düştüm dedim.

Bu yaşımda mücrim kaldım. Hastayım, bakıma muhtacım, bana yardımcı olun, beni bunların elinden kurtarın. Ana yüreğim dayanmadı. Ne şikayet ettim, ne de beddua ettim. Kendim ettim, kendim buldum, evladım yok diyerek yanıp tutuştum. Beddua gibi dua ettik. Hacet kapısı açıkmış, hemen yapıştı. Allah ne verirse hayırlısını versin. Duanın da hayırlısını yapmalı, daima Allah’tan hayırlısını istemeli. Haline şükretmeli. Evladım yok diyerek üzülmemeli. Sonra evlat diye baş belasının zulmüne uğrayacağımızı unutmamalı, diyerek yaşlı kadın başından geçen acı olayı anlattı. Sanıyorum o zaman müdür Lütfi bey kadına yardımcı oldu.

Olayın yorumu, ibret alınması, tedbir alınması siz değerli okuyucularımıza aittir. Allah cümlemizi böyle evlatların şerrinden korusun, amin.

(SÜRECEK)