Bu arada Hallacı Mansur hazretlerine cennetteki makamı gösterilince, beni bu yüce makama ulaştıran nedir diyor. Sen zalimler tarafından suçsuz olduğun halde mazlum ve masum olarak idam edilerek şehit edildin. Burası şehitlerin makamıdır. Peki, diyor. Mansur, peki diyor. Benim bu makama ulaşmama sebep olan, beni şehit eden kadı mıdır? Evet, diyorlar. Bunun üzerine Hallacı Mansur; Ellerini açarak ulu Allah’a şöyle yalvarıyor:

Ey herşeyi en iyi bilen, kalplerden, zihinlerden geçenleri, fikirleri, daha insanlar düşünmeden bilen ulu Allah’ım. Sevgili peygamberin Hz. Muhammed SAV.in bize öğrettiği yüce dinimize göre ben tek başıma katiyyen girmem. Benim bu makamı kazanmama, bana zulmederek de olsa sebep olan kadı benimle cennete girmeden onu affetmenle mümkün olan, benimle beraber cennete girmesini yüce merhametinden arz ve istirham ediyorum. Eğer bu mümkün değilse, şanınıza layık değil amma ben de kadı efendi ile cehenneme giderim. Hz. Muhammed hürmetine beni idama mahkum eden zulmen asarak işkence ile beni şehit eden kadıyı affet ve benimle cennete koy, diye dua eder.

Yüce Allah kendisinin en büyük sıfatı olan merhamet, af ve bağışlama sıfatının aciz bir kulda tecellisini kabul etti. Madem ki sen düşmanını affetin, ben de yarattığım kulumu affettim. Onu da seninle cennete koyuyorum, buyurdu.

Meraklı grup üyeleri o gece rüyalarında hepsi birden bu olayı mana aleminde şahiden seyrettiler ve Hallacı Mansur mutlu bir şekilde bu olayı rüyalarında seyreden meraklı gruba yönelerek; İşte dostlarım, buna da mürüvvet denir. Mürüvvet seni idam ettiren can düşmanı bile affedebilme yüceliğidir. Bu sıfat peygamberlere ve çok az evliya kullara mahsustur.

Şimdi; sabrı, kanaatı ve mürüvveti öğrendiniz. Yolunuz açık olsun, dönün memleketinize diye onlara dua ediyor.

Sabahleyin uykudan uyanan meraklı grup hepsi de aynı rüyayı birbirine anlatıp arzularına kavuştuklarından dolayı sevinirken, böylesine yüce bir veli kulun ölümüne üzülüyorlar.

okuyucular; dünyada insanlar kendilerine yapılan kötülüklerden birçoğunu bağışlayabilirler. Ama böylesine bir zulme uğrayanların baş düşmanını bağışlaması son derece zor ve ender bir iştir. Bu yiğitliği, mertliği ancak Allah’ın yüce kulları olan nebiler yapabilir. Bir de belki milyonda, belki de milyarda biri olan Allah’ın çok sevdiği evliya kulları yapabilir. İşte Hallacı Mansur da bunlardan birisidir. Buna İslam kültüründe “kazaya rıza” derler. Yani Allah’tan gelen her cefayı nimet sayma anlayışıdır. Gerçekten en zor işlerden birisi sabırdır. Birisi aza kanaat, aza şükürdür, birisi ve belki de en zoru mürüvvet denen seni öldüreni affedecek kadar bağışlama özelliğidir. Mürüvvet, cömertliğin doruğudur. Kendisi aç iken rızkını kardeşine verebilene isar denir. Bu ise cömertliğin son noktasıdır. Biz insanlar belki bu kadarını yapamayabiliriz ancak aramızdaki basit dünyevi yararlardan kaynaklanan düşmanlıkları bari giderebilmeliyiz. Barış ve huzur ancak böyle sağlanır. Vermeyi bilmeyenin almaya hakkı yoktur.

KİŞİNİN NİYETİ AMELİNDEN

HAYIRLIDIR (NEDEN?)

R.SAV. efendimiz buyururlar; “Niyyetül mümini hayrün min amelini”. Yani, müminin niyeti işinden amelinden hayırlıdır. Çünkü amele, işe hile ve riya karışabilir. Ama niyete riya gösteriş, hile karışmaz. İşler ve hareketler engellenebilir. Ama zihindeki, kalpteki düşüncelere engel konulamaz. Ancak fikirler, yine fikirlerle değişebilir. Onun için iyi niyette, iyi düşünceye, icraata konmasa bile bir sevap vardır. Kötü düşünceye ise zihinde kaldığı müddetçe günah yoktur. Bunun içindir ki insanların ellerini kollarını zincirlesen bile zihinlerine ve fikirlerine zincir vuramazsın derler.

Şunu da unutmamak gerekir; Her yararlı, faydalı, hayırlı ve iyi işlerin de her kötü, fena, çirkin, korkunç işlerin de kaynağı zihindeki, kalpteki fikir ve düşüncelerden doğar. Büyük düşünür Descartes ne demiş: “Düşünüyorum, öyle ise varım” Yani düşünce niyete bağlıdır. Var olan fikirler niyetten doğar. Şimdi bunu anlatan bir cömertlik öyküsü arzediyorum:

HİKAYE

Bu hikayeye yine Hz. Muhammed SAV.in güzel bir sözü ile başlayalım: “Elinizden geldiğince herkese ve herşeye (canlı-cansız) yardımcı olunuz. Kendiniz yapamazsanız, delalet ediniz. Yani başkalarının yardım etmesini sağlayınız. Onu da yapamazsanız tebessümle karşılayınız. Onu da yapamazsanız, niyetinizden keşke yardım edebilseydim diyerek üzüntünüzü belirtiniz. Bu da bir sadakadır” buyurur. Bakara Suresi’nin 263. ayeti Sh. 43.

“Güzel davranış, güzel söz de sadakadır. (Çünkü iyi niyete dayanır) buyurulmuştur.

OLAY:

Hz. Musa devrinde Beni İsrail zamanında 7 sene süren bir kıtlık ve yokluk oluyor. Nerede ise yeryüzünde sular kesiliyor, yağmur yağmıyor, tabiat kuruyor. Hayvanat-haşarat kuruyup fosil haline geliyor. Zamanın manevi önderleri, maddi yöneticiler çaresiz ve naçar kalıyorlar. Kendisinin Allah katındaki yerinin farkında olmayan ve halk nazarında sıradan birisi olan bir Allah dostu yalvarıyor, yakarıyor, ağlıyor, iniliyor. Neticede başımı alıp dağlara çıkayım deyip yola koyuluyor. Yolu bembeyaz kumla dolu. Yürüyemeyecek derecede yumuşak ince kumlu bir dereye ulaşıyor. İnce beyaz kumlar gözüne un gibi görünüyor. Sevinerek yere eğiliyor. Kumları un sanıp eline alıyor. Bakıyor ki, ince kum. Üzülüyor, eziliyor. Ellerini açıp “Ey ulu Allahım. Ne olurdu şu derenin kumları un olsaydı da ben de bu un deresinin dağıtıcısı olsaydım, herkese bunu dağıtsaydım. Herkes ekmeğini yese, ben de onları mutlu mutlu seyretseydim ve bana da bir parça ekmek verin deyip ben de onlarla mutlu olsaydım” diye ağlıyor. Ve damla damla akan çeşmeden abdest alıp namaza duruyor. Secdede ruhunu teslim ediyor.

(SÜRECEK)