Hz. İbrahim A.S. misafirine buyur, yiyiniz demiş. Misafir besmele çekmeden yemeği yemeye girişmiş. Hz. İbrahim onun önüsıra örnek olsun diyerek, bize bu nimetleri veren Allah’ın adı ile başlarım dese de, misafir buna aldırmamış. (Çünkü her hayırlı işe besmele ile başlamak çok güçlü sünnet hatta vaciptir (emirdir). Allah ayetinte “inne İbrahime le evvahün halim” yani İbrahim gayet yumuşak huyludur, buyurduğu Hz. İbrahim için gayreti iman kuvveti ile misafiri uyarmış ve yemeğe besmele ile başlaman gerekir deyince, ihtiyar, ben mecusiyim, besmele bilmem, deyince, Hz. İbrahim, bunca nimetimi yiyip de Allah’ı bilmeyenler nasıl olur da ulu Allah’ın nimetini yiyor, deyince, mecusi 95 yaşındaki ihtiyarın kalbi kırılır. Kaşık elinden düşer ve sofrayı terk eder. Gözyaşları ile oradan ayrılır.

Ulu Allah Cebrailini Hz. İbrahim’e gönderir ve onu ikaz eder, uyarır.

Nasıl mı?

Ey İbrahim, sen yüce bir peygambersin. Yaşlı ihtiyarı sofradan kovdun. Onun gönlünü kırdın. O benim kulum, ama beni tanımıyor. Benim sizin gibi yarattığım bir mahlukuma, ateşe tapıyor. 95 yıllık ömrünü küfürle geçirdi, ama ben onun rızkını kesmedim. Işığını güneşini söndürmedim. Havasından mahrum etmedim. Arzım, doğadan mahrum etmedim. Ama sen onu benim adımı anmadan yemeğe başladığı için ayıpladın. O da sana kırılıp sofrayı terketti. Koş onun gönlünü al, buyurunca, Hz. İbrahim koştu, ihtiyarı geri çevirdi. Özür diledi. Yüce Allah’ın bu konudaki buyruklarını ihtiyar mecusiye anlattı. Mecusi yaşlı ihtiyar, derinden düşüncelere daldı ve demek ki, rabbim Hz. Allah bu imiş. Ben şu anda on iman edip müslüman oluyorum dedi ve kelimei şehadeti okudu. Müminlerin safına girdi.

Demek ki yüce Allah bu dünyada rızkını kimseden esirgemiyor. Rızkı imana göre değil, çalışma ve takdire göre veriyor. Ama iman ve İslam konusunu ahirete bırakıyor. Dünyada rahman sıfatı, mümini de, kafiri de, ateisti de, evliyayı da, eşkiyayı da ayırmadan kapsıyor. Ancak ahirette bunun, imanın, inancın hesabı sorulacak. Cennet ve cehennemin niçin yaratıldığı anlaşılacaktır. Ulu Allah cc. Hazretleri, ahirette rahiym, sıfatı ile müminlere tecelli edecek. Merhametini inananlara hasredecektir.

Halife Ömer’le Mısır Valisi Amr’ın hikayesi:

ÖMER RÜŞİREVAN DAHA ADİLDİR

Hz. Ömer’i övmek için böyle yüz tane sütun yetmez. Bugün size sunacağım öykü Hz. Ömer ve Arabın dahilerinden ve cengaverlerinden olan Amr İbni AS. Hazretlerinin müslüman olmadan önce İran’a yaptıkları bir seyahatte uğradıkları bir belanın hikayesidir.

Hz. Ömer ve Amr İbni A.S. müslüman olmadan önceleri de Arabistan’ın en kabiliyetli, cengaver, yiğit ve çevre devletlerini ve milletlerin (Rum, Ermeni, Acem, Fars belki Rus vs gibi dilleri bilen elçilik ve aracılık yapabilen diplomatlarıdır.)

Ticaret nedeni ile çok iyi biliyorlar ki aracısız söz ve yazılı olarak antlaşmalar yapabilen kişilerdendiler.

Sık sık İran’a İsfahan’a, Azerbaycan’a, Yemen, Umman’a, Anadolu Rumelisine ticari seyahatler yapıyor, kervanlarla mal taşıyorlardı. Arap atları içerisinde bir cins at vardı ki, 70 derece sıcakta su içmeden birkaç gün çölde yol alabilirdi. Hz. Ömer bu gibi yolculuklar için sırf binmek ve çölü geçmek için yanında en az 3-4 tane bu atlardan bulundurur ve sıra ile bunlara biner ve kervanını denetler, yönetirdi. Amr ibni A.S. de aynı idiler. Devamlı birbirlerinden güç alarak beraber yolculuk yaparlardı.

Bir seferinde İran’a ipek ve halı ticareti için gitmişlerdi. İkisinin de dilere destan çöl fatihi cins atları var idi. O zaman İran’ı adaleti ile cihana nam almış, kılı kırk yaran Nüşirevan adında çok meşhur bir şehinşah yönetiyordu. Bu adil şahın bir de oğlu var, cins at hastası. Bir harası var, atlarla dolu. Birisinde bir cins at görürse ona göz kor, pahasına bakmaz alır, şayet sahibi satmazsa zorla gasbederdi. Özellikle gümrük kapılarındaki memurlarına emir verir, hududa güzel atlar gelirse el kordu.

(SÜRECEK)