Hikaye; lügat itibariyle, bir olayın sözle veya yazı ile anlatımıdır. Örneğin; “İşte kırk yılın hikayesi böyle” (Reşat Nuri Güntekin) gibi.

Hikayeler gerçek hayatın, yaşamın parçalarıdırlar. Genelde yaşanmış olaylardır. Bazen hayal gücü ile de kurgulanabilirler. Olmuş veya olabilecek olayların sözle veya yazı ile anlatımıdır. Edebiyatta hikayelerin geniş şekilde anlatımına da roman denir. Hikaye ile aynı ve daha geniş özellikler taşır.

Bizim bu sütunda ifade ettiğimiz olaylar, yaşanmış ve ibret için kayda alınmış olaylardır. En azından kitaplara geçmiş, nesilden nesile aktarılmış, bazıları gizemli, bazıları duygusal ve hepsi de ibretli öğüt alınmak için yazılmış öykülerdir. Mühim olan anlatılmak istenen böyle bir olayın mevcudiyeti değil, vermek istediği mesajdır, uyarıdır. Tedbiri alınmak ve kötü olay ise tekrarının yaşanmamasını, güzel olay ise tekrarını sağlamaktır. Bunlar da insanların haber alma, bilgi edinme hak ve hürriyetlerinin doğal bir sonucudur. Okuyucuyu düşünmeye, tedbir ve temkine sevketmelidir. Eğlendirici, duygusal, heyecan verici, öğretici ve eğitici olanları çok faydalıdır.

Kur’an-ı Kerim’in ayetlerin bir kısmı bizzat Allah’ın en sadık, en yüce kulları olan geçmiş peygamberin ve kavimlerinin yaşanmış olaylarını bizlere aktarmakta, olayın sonunda -fağtedbirü yaülül elbab- veya –fağtebirü ya ülül ebsar- yani –ibret alınız ey akıl ve görüş sahipleri- diye ulu Allah bizleri uyarır. Tam olmasa bile hikayenin Arapça anlamı genelde kıssa, ondan alınacak hisse olarak bilinir. Burada bir özellik Kur’an ayetleri ve sahih, en doğru hadislerin anlattığı olaylar gerçektir. Kur’an kıssalarını, hikayeden ayıran özellik Kur’an kıssalarının Allah kelamı olmalarıdır. Allah korusun, inkarı, ayetleri inkar olduğundan küfürdür, mümini dinden çıkarır. Biz bu hususu yazı dizimizde göz önünde bulundurup, olayın ayet mi, hadis mi, kelam-ı kibar, bilge insan sözü mü vs olduğunu beyan ederek yazacağız. Bu bakımdan okuyucularımızın bu yazı dizisini bu anlayışla okumaları, arzu edilen yarar açısından önemlidir.

Yine bu yazılarımızda bazen insan aklının sınırlarını aşan sınırları içinde barındıran gizemli, gizli hikayeler de olacaktır. Bunların bir kısmı feraset, aklın üstünlüğü, bir kısmı keramet, evliyaların Allah’ın izni ile gösterdikleri harikulade, fizik ötesi haller de olacaktır. Buna gizemli ve ibretli olaylara ait hikayeler denmektedir. Duygusal okuyucuyu düşüncelere sevk eden, bazen eğlendiren, bazen duygulanıp ağlatan, bazen de heyecanlandırıp neşelendiren türden olayları da içerecektir. Bu yazı dizisini okurken bu olayların bizim de başımıza gelebileceğini dikkate alarak şahsi ve toplumsal olarak değerlendirmeli, ona göre bize düşeni almalıyız.

Güzel ve eğlenceli, ibretli yazılarımızın okunması ve yeterince yararlanılması dileğiyle, hikayelerin anlatımına başlıyoruz. Yazmak bizden, okumak sizden. Hidayet ve inayet, kurtuluş ve yardım Hz. Allah’tandır.

Hikaye: 1

İLİM VE İRFAN ÖRNEĞİ ÜMMİ SİNAN’DAN BİR OLAY

Ümmi Sinan-İbrahim: M.1551-İstanbul

Ümmi Sinan Halvetiye tarikatının Sinaniyye şubesini kuran, aslı Bursalı veya Karamanlı değerli alim ve irfan ehli bir zattır. Neden alim olduğu halde Ümmi (okumamış) denmiştir. Alim olduğu halde ilmini ancak irfan yoluyla gösteren, münzevi bir hayatı, tasavvufi bir ömrü tercih ettiği için kendisine ümmi denmiştir. Aslında bilgin bir zattır. Keramet ehlidir. Burada yeri gelmişken şunu da ifade edeyim; hikayelerimizde bu gibi isimler geçebilecektir. Merak eden okuyucularımızın bu isimlerle ilgili biyografik bilgileri internetten öğrenmeleri mümkündür. Onun için bizim maksadımız bu yazı dizisinde biyografik bilgi vermek değil, ibretli hikayeler sunmaktır.

Ümmi Sinan: İlim ve irfan ehli bir zattır.

İlim; okuyarak, öğretim ve eğitim usulleri ile elde edilen bilgi, buna sahip olana bilgin, alim denir.

İrfan; İlmin ötesinde, manevi bilgilere de sahip olmak, ilahi bir vergi, feyz olarak kainatın sırlarını Allah’ın izni ve bildirmesi ile bilme, bu ilme sahip olana da arif denir. Alim de; arif de çalışarak olunur. Durup dururken hiçbir bilgi, hiçbir şey gökten zembille inmez. Alim alınteri, göz nuru döker. Arif de ilimle, ibadetle emek sarfederek elde edilir. (Osmanlıca Türkçe Lügat, sh.445)

Şimdi bu çerçevede hikayemize göz atalım.

Ümmi Sinan zamanın alimleri ile tartışmaya girmez. İlim ve bilgi yaşanmak için elde edilir. Mühim olan bilgiyi yaşamaktır anlayışı ile hareket eder. Dolayısıyla yaşadığı devirde halkın fevkalade teveccühüne mazhar olur. Amacı Allah’a kul olmak, halka hizmet etmektir. Ümmi Sinan’ın sevenleri çoğalınca Devlet-i Âliye’nin özellikle resmi ulemanın dikkatini çeker ve hakkında şikayetler başlar. Ümmi Sinan’ın dergahı teftişlere uğrar. O zaman da tarikatlar bir sivil toplum kuruluşu olmakla beraber, devlete bağlı, denetime tabi bir kuruluştur. Olay asrın Şeyhülislamı, Diyanet reisine ulaşır. Teftişler sıklaşır ama hakka, halka ve devlete muzır bir hal tespit edilemez. Çünkü yoktur. Ancak Ümmi Sinan’ın sevenleri rica eder. Bu ahvali Şeyhülislamla görüşsen de üzerimizdeki manevi baskı kalksa derler. Töhmet ne; isnat edilen suç ne? Cahil olduğu halde halkı yanlış yönlendiriyor. Aslında Ümmi Sinan çok alim ve ariftir.

Ümmi Sinan sevenlerinin ricası üzerine bir gün meşihat makamını -Şeyhülislamlık- ziyarete gidiyor. Bir soru soracak o vesile ile de hakkındaki isnatlara cevap verecek. İşin aslını Şeyhülislam’a anlatacak. Mesele bu.

Ümmi Sinan bu düşünce ile meşihat makamına (Diyanet İşleri Başkanlığı) gidiyor. Kimseye sormadan Şeyhülislamın kapısına kadar gidiyor. İçeri girmesine kapı ağaları -görevliler- odacılar mani oluyor:

-Ey hemşerim, burası han kapısı değil, ağır ol bakalım.

Ümmi Sinan:

-Şeyhülislamı göreceğim. Bir müşkülüm -sorum- var da onu danışacağım.

-Kendisine soralım bakalım. Buraya randevusuz girilmez.

-Peki, sorun bakalım.

Sorarlar, Şeyhülislam, sorusu varsa önce müsevvitlere-yardımcılarıma- sorsun, onlar meseleyi çözemezlerse bana gelsin, der.

Bu konuşmaları dışarıdan duyan Ümmi Sinan, Şeyhülislamın emrini anlatmak için dışarıya çıkan kapı ağasına hitaben, hiddetlenerek, yüksek sesle;

-Söyleyin o içerideki adama! Bunlar güya peygamberin varisiyiz derler. Peygamber vekili geçinirler. Sorun o içerideki adama, R.SAV.in huzuruna girmek için böyle kapılar, ağalar, hademeler var mıymış, söyleyin ona, diye dışarıdan bağırır… O Hz. Muhammed SAV. ki, miraçta yüce Allah’ın huzuruna çıkmış bir yüce peygamber iken, odasının kapısında sadece bir perde vardı. Nedir burası? Yoksa mapushane midir, ben yanlış mı geldim, deyince; bu sesleri duyan içerideki Şeyhüislam (din işlerine bakan en yüce makam, padişahın başdanışmanı) dışarı çıkar:

-O zat kim ise, içeriye gelsin, nedir o gürültü?..

(SÜRECEK)