Benim evimde, şahıs, aileyi ve topluma tehlike arzedeck bir olay yoktur ki, gizli gizli giriyorsunuz. Siz bana sorsanız, ben size doğruyu söylerim. Suçüstü değil de o zaman vereceksen ikrar üzere ceza verirsin ey yüce halife” diyor ve devam ediyor:

2) İslam hukukuna göre içki içenlere deynek cezası verebilmeniz için benim içkiyi açıktan, halkın arasında içmem, (birahane, meyhane gibi) veya içkili halkın arasında dolaşmam gerekli. Adam evinde gizli günah işliyorsa bana ceza verilmez” diyor. 3. ve en kötüsü, benim şeref ve izzetimi yerle bir edecek, beni yaşamak zorunda olduğum halka rezil etmek, insan içine çıkamaz hale getirmek benim suçuma göre verilecek bir ceza değil. Hatta haramdır. İşte Allah’ın ayeti ‘Allah kötü sözün ve kötü işin söylenmesini açıklanmasını sevmez. Ancak haksızlığa uğrayanı korumak için ise açıklanabilir. Allah herşeyi işitici ve hakkıyla bilicidir. Eğer siz kötü bir sözü söylemez, gizli kötü bir hali açıklamaz hatta bağışlarsanız (Allah da sizi bağışlar) Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır. (Nisa suresi 148-149 sh 101) buyururken, siz beni başımı traş edip mahalle mahalle halka teşhir edip bu adam ayyaş birisidir dedirteceksin. Bu İslam’ın yüceliğine yakışır mı? Siz ki Allah resulü tarafından cennetle müjdelenmiş bir yüce kişisiniz” deyince, o granit gibi sert olan Hz. Ömer pamuk gibi yumuşak, pelte gibi tatlılaşıyor. Kayıtlara göre bu zat Hz. Ömer’in danışmanları arasına giriyor.

Şimdi, demem o ki, İslam’da insanların özeli çok kutsaldır. Hayır da olsa, şer de olsa herkesin özeli kendini bağlar. Ama şahsın suçu toplumu ilgilendiriyor, şahısları zarara sokuyorsa veya mahkemede şahit sıfatı ile olayla ilgili bilgimize başvuruluyorsa, o zaman hakikati yani gerçeği söylemek zorunlu olur. İşte İslam insan onurunu böylesine korur ve kollar.

İslam ahlakının güzelliklerinden birisi de; insanların din ve vicdan hürriyetlerine saygılı olma özelliğidir. İslam’ın inanç özelliği, her konuda olduğu gibi din ve iman konusunda da hür iradeye dayanır. “La ikrahe fiddin” Dinde zorlama yoktur. İmanın özü, kökü kalptir. Dalları lisanen ikrardır. Bu bakımdan hiçkimse kimseyi dini inancından, mezhebinden, meşrebinden, tarikatından vs gibi hususlarından dolayı kınayamaz. Töhmet altında bırakmaz. Ancak gidilen yol, tehlikeli, sakıncalı ise, dini emir ve yasaklar açısından kişinin doğruyu bulmasına, onu kırmadan, dökmeden üzmeden öğüt verilebilir. Bu da nefretten değil, sevgiden, saygıdan, iyi niyetten kaynaklanmalıdır. Tatlı sözü yılan bile dinler. Bu da islam ahlakının özünü teşkil eder. Bu asil anlayış, yani insanları dini anlayışlarından dolayı insanlarla ön yargılı bakmak, töhmet altında bırakmak onları kınamak, küçümsemek, ayrıştırmak, ötelemek, hatta itelemek gibi olumsuz davranışlardan korumak yüce Allah’ın sonsuz rahman ve rahim, rahmet sıfatının bir zorunlu sonucudur.

Neden böyledir, meseleye daha geniş bir perspektiften bakarsak, bunu hemen anlarız. Kainata şöyle bir ibret gözü ile baktığımızda bunu hemen görür ve anlarız. Sabahleyin güneş doğar, dağa-taşa, ovaya, suya, denize hiçbir ayrım yapmaz. Eşit doğar. Işıtır ve ısıtır. Hava, su, gece, gündüz, toprak, hayvanata bak. Gökte uçan kuşun bir tanesi, kurdun bir danası yok. Hazırı stoku da yok. Onların rızkını Allah veriyor ve bu taksimi yaparken sen dinlisin, sen dinsizsin, sen şu mezheptensin, öbürü şu meşrepten diyor mu? Hayır. Nimetlerini, insanların inançlarına, ibadetlerine göre taksim etmiyor. Bu dünyada onları serbest bırakıyor. Ahirette herkese bu nimetlerin hesabı sorulacak. Bu uçsuz bucaksız kainatın sahibi ve maliki olan ulu Allah neden bu nimetlerin sahibini görmemezlikten, bilmemezlikten geldin, cennet-cehennem niçin yaratıldı bunu hiç düşünmedin mi diyecektir.

SÜRECEK