10. Edep ve haya: Edep her konuda haddini, hududunu bilmek, yapacağın bütün eylem ve işlemleri, söylemleri ona göre ayarlamak, yani saygılı davranmaktır.

Edepte haddini aşmamak şarttır. Bilgisi, görgüsü, tecrübesi olmayan konumu dışı hareketlere edep dışı, edep dışı hareket edenlere de edepsiz denr. Her yerin bir sözü, her makamın bir davranışı vardır. Ona uygun davranmaya edep denir. Çoğulu ise adap’tır. Halk adasında edep, adap, erkan bilen veya bilmeyen şeklinde konuşulur.

Haya ise; utanma hissidir. Ayıp olan bir işi yapmak hayasızlık olarak algılanır. İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir. Hayvanlar ayıp, ar, namus, utanma bilmezler. Onlara böyle kabiliyetler verilmemiştir. Genellikle eğitilmemiş iseler, içgüdü, iç dürtüleri ile hareket ederler. İradesine sahip olamayan insanlar içgüdülerinin peşine düşebilirler. Taciz olayları, kötü alışkanlıklar, halkın ve hakkın onaylamadığı çirkin işler ayıp sayılırlar.

Ufacık çocuklara, hayvanata karşı cinsel istismarları edepsizliğin en çirkin şeklidir. Bu şehvette de, şöhrette de hep aynıdır. Ar damarı çatlamış, hayasız kişi gibi isimlerle anılır ve anlatılırlar. İnsanları, hemcinslerine karşı küçülten gözden düşüren, itibarsızlaştıran, saygınlığını zedeleyen hareketlere hayasızlık enir. Rabbim bir insanı asla bu ayıplı işlerden korusun.

R.SAV. “Haya imandandır” buyurması, önemli bir uyarıdır. Hayası olmayanın imanı noksandır. Tam değildir.

11.Emanete riayet: Emaneti korumak, kendimize teslim edilen söz, mal, iş vs.yi sapasağlam korumak ve zamanı gelince sahibine teslim etmek erdemidir.

Müslümanlık bizlere bir amanettir. Vazifelerimiz, işlerimiz, nimetlerimiz bize birer emanettir. Evlatlarımız, vatanımız, hatta bedenimiz, ruhumuz, canımız da emanettir. Emanete saygı şarttır.

Emniyet ve asayiş; emanetlerin korunması ile temin edilir. Onun için Kur’an’da emanetlerin ehline verilmesi emredilir. R.SAV.: “Emanetler ehil olamyanlara, ehliyet ve liyakatsız kişilere verildiği zaman kıyameti bekleyiniz” buyurmuşlardır. Emanete hıyanet zulümdür. Zulmün cezası ahirete kalmaz. Mal, can, ırz, namus vazifeler, sırlar vs hepsi birer emanettir. Onları korumka ise emanete riayettir. Aslında bu iş imanla yakın alakalıdır. Allah’a inanan kişi hesabı bir gün kendisine sorulacağına inandığı bir emaneti korur. Asla onu hıyanet ile yapmaz. Suistimal, yetkiyi kötüye kullanmak ihanetin bir başka çeşitidir.

12.Doğru sözlü, doğru özlü olmak:

“Kişiye sadakat yaraşır, görse de ikrar,

Doğruların yardımcısıdır Hz. Allah cc.” (Ziya Paşa)

Kur’an’da Hud Suresi’nde; “Emrolunduğu gibi, doğru ol” ayeti için Hz. Muhammed SAV. “Beni bu sure ve bu ayet kocattı” buyurmuşlardır.

Doğru söz; yalanın zaddı, alan bütün kötülüklerin anasıdır. İnsanlar, ufak yalanları söyleye söyleye yalancı olur, sonra sahtekar olur. Sonra riyakar, iki yüzlü olur, sonra dünyada ve ahirette zelil, hakir ve rezilo lur. Yalan yılandan daha tehlikelidir. Yılan bir sokarsa bir daha yılana yanaşılmaz. Ama yalan tiryakilik yapar. İnsan atalete gelir ki doğruyu unutur. Yalansız yaşayamaz hale gelir. Kişi yalan söylemezse edemez bir kronik hastalığa tutulur. Allah korusun. Amin.

Onun için R.SAV. “Yalanla iman bir arada durmaz. Yalan en büyük günahtır” buyurmuşlardır. Hele Allah korusun, yalan yere ikna amaçlı yemin yalancı şahitliği kumpas iftira yalanın en kötüleridir. İftirada manevi ahiret cezasının yanında dünyada da hukuki cezası vardır.

Nesibi; örneğin: Had: 80 deynek caydırma cezası uygulanır. Toplumdan dışlanır, sözüne itibar edilmez, şahitliği, vekilliği, kefilliği, yani emniyet, emanet ve itimada dayalı işlerde, hükmü yoktur. Yani ölümden beter bir iştir. Hele de namuslu bir kadına zina iftirası atmışsa, mahkemede yalancı şahitlik yaptığı kanıtlanmışsa, o topulmda bu kişinin yaşaması mucizedir. Toplumdan dışlanır, itilir, kakılır, en azından o beldeyi terketmek durumunda kalır. Kişi için bu hal yüz karasıdır. Allah korusun, o kişi ölse bundan daha iyidir.

İslam’da bu hükümler kişilerin hürriyetlerin kısıtlamak için değil, toplumu ve topulmları korumak içindir. Kısas da öyledir. Kısten adam öldüren, öldürülür. Devletin onları af yetkisi yoktur. Ne var ki, anlaşma ve uzlaşma yolu ile bunlara, özelikle kısasa çare bulunur. Kur’an’ın emri böyledir. Tevbe esastır. Sulh esastır. Kafir de olsa bir uzlaşma zemini bulunup bir can gitmiş ise, ikinci bir canın gitmesi Allah’ın ve hak sahibinin rızası doğrultusunda önlenmiş olur. Yani, ölenin 20 veresesi olsa bunlardan 19’u kısasa kısas dese bir ikısası istemese bedel istese, kısas uygulanmaz. Bu çözümlerden sadece birisidir.

Müşteri; iftiracının iftira cezası çetin bir cezadır. Bir de iftiraya uğrayanın durumunu düşünün. Özellikle sosyal medyadan masum bir insanı lekeleyen bir leke ki, bir anda dünyaya yayılıyor. Silinmesi imkansız. Böylece en ağır bir kul hakkı doğyuor. İftiraya uğrayanlar, toplumda potansiyel suçlu durumuna düşüyorlar. Devamlı boyunları bükük, kimsenin yüzüne bakamaz duruma düşüyorlar. İşlemedikleri bir suç ve kabahat, iftira yüzünden, yüzden gözden düşüyorlar. Netice; yüce Allah neye hükmetmişse, insanların iyiliği için emretmiştir.