9.SABIR:

Bütün sıkıntılara –mukavemet- dayanıklılık göstererek hayırlı neticeye ulaşmaktır. Hz. Eyyüp sabrı: 13 sene ölümcül hastalık, tabii afetlerle gelen sıkıntılara sabretmiş “Hz. Eyyüb Sabrı” olarak övgü ile anılmaktadır.

Sabreden derviş, muradına ermiş. “Men sabere tafere” sabreden mutlaka zafere ulaşır gibi güzel sözler sabrın önemini anlatmak için söylenmiştir. Dünyada gösterilmesi en zor iş mutlaka sabırdır. Bütün sıkıntılara katlanmak sanatıdır. Ya sabır, ya sabır... Öfke anındaki gösterilen metanettir. Sabırsızlık ise bir ruhi hastalıktır. Psikolojik tabirle ruh hastasıdır. Özellikle de insanın gücü üstündeki ağırlıklara sabretmek son derece zordur.

Yeri gelmişken, İslam tasavvufunun üstadlarından olan sanıyorum 3. Hicri asırda yaşamış Hallac-ı Mansur’la ilgili tatlı bir olayı arzetmek isterim:

Hallac-ı Mansur olayı: Hallac-ı Mansur, K.S. (Kaddesellahü sirrahü) hazretleri, H.309-M.922 – H.244-858 İran’ın Tür’da doğmuş, Bağdat’ta şehiden öldürülmüş bir tasavvuf büyüğü veli bir zattır. Abbasiler döneminde yaşamış, İslam diyarını dolaşmış, mistik fikirleri ile halkın kendisine olan ilgisi nedeni ile devrin devlet adamlarını kuşkulandırmış Abbasi vezirlerinden Vezir Hamid tarafından son kez hakim karşısına çıkarılmış ve idam edilmiştir. Suçu; Enelhak=Ben hakkımı, hak benim sözü ki bunu yöneticiler Yaşa ben allalem şeklinde anlamışlar, bedenine müsül, bedenindeki azaları kesilerek işkence edilerek öldürülmüştür ki, İslam’da müsül asla caiz değildir.

Bu olayı, yani idam olayını İslam alimlerinin zahir alimler Hallac’ın ağzından çıkan söze itibar ederek idamını haklı bulurlarken, tasavvuf alimleri ise bunu zalim olarak nitelemişlerdir. Daha sonr ahata edildiği, siyasi mülahazalarla hareket edildiği kanaatı hasıl olmuş, türbesini dikmişlerdir.

Dünya garipliklerle doludur. Hani demişler ya; Dünyada bir gram tuz vermezler katmaya aşına, öldükten sonra anıt yaparlar, türbe kurarlar mezarının başına.

Nefis feskiyesi ile manevi yüksek derecelere ulaşmış bir veli olan Hallac, enelhak demekle “Ben hak, doğruluk üzereyim” demiştir. Yoksa hiçbir veli ben Allah’ım demez. Ha, veli olan diyebilir, deliye de hüküm yoktur. Çünkü ehliyeti yoktur. İşte bu mübarek zatın namı ta uzakdoğudan o zaman Hindistan, Pakistan, Malezya, Türkistan, Afganistan, Anadolu gibi yerlerde duyulur olmuş, Türkler’in anayurdu olan Orta Asya’dan bir grup meraklı ve alim, Hallac’ı ziyaret etmek ve ona hiç kimseden tatmin edici cevap alamadıkları şu üç sorunun cevabını öğrenmek için taa Türkistan’dan 4 bin km.lik yolu teperek Bağdat’a gelmişler, Hallac’ı sormuşlar, idare tarafında idama mahkum edildiğini, felanca hapishanede idammını beklediğini öğrenmişler ve oraya koşmuşlar. Binlerce insan hapishanenin önüne sıra olmuşlar, Hallac’ı ziyaretini bekliyorlar. Bunlar bu kalabalıkta, Hallac-ı Mansur hazretlerinin ziyaretinin güçlüğünü görüp ümitsizliğe düşüyorlar. Hiç olmazsa demir parmaklıklar arasından diğer insanlar gibi uzaktan yüzünü görelim diye hapishanenin önüne varıyorlar.

O sırada zalim demir parmaklı hapishane kapısında ziyaretçilerini selamlayan Hallac hazretleri bunları görüyor ve yanına buyur ediyor. Keramet gösteriyor. (Keramet, olağandışı, insanüstü hareketler demektir) Allah’ın veli kullarını verdiği manevi üçle zuhur eder. Peyamberler mucize veli, evliyalar keramet gösterirler ki, haktır. Hallac hazretlerini kerametini gösteriyor. Bilek kalınlığındaki demirleri büküp kedisini 4 bin km.lik yoldan izyarete gelen misafirleri hapishane korumalarının gözleri önünde içeriye alıyor. Misafirlere, hoşgeldiniz, sorun sorularınız diyor.

Soruyorlar: 1-(Konu başlığımız olan) Sabır, kanaat ve mürüvvet nedir? Bilgi olarak değil, fiilen göstermeni istiyoruz deyince: İşte, sabrı gördünüz, istesem buradan hemen çıkar giderim. Ama ulülemri verdiği haksız da olsa kararına boyun eğiyor, itaat ediyor ve sabrediyorum. İşte buna sabır denir.

SÜRECEK