ALLAH’IN VARLIĞI VE BİRLİĞİ

Netice: İnsan Allah’ın varlığını, birliğini yüzlerce değil, binlerce örnekle görebilir. En azından insan kendi nefsini bedenini, ruhunu incelerse rabbini hemen bulur. “Nefsini bilen rabbini bilir” “Men arefe nefsah ül fegat arefe rabbenü” bunu anlatır.

Hiç bir kimse ruhunu göremez. Ama onu bilir. Çünkü ruhsuz beden yaşamaz, ölür. Yani cansız hale gelir. Öyle ise, ruhumuzu inkar edebilir miyiz? Buna benzer nice örnekler vardır ki, ulu yaratanın varlığının şahitleridir.

Allah’ın varlığını bilmek yeterli değildir. Birliği de esastır.

“Kulhüvellahü ehad” Allah birdir, tektir, yektir. Asla iki olamaz. Neden?

Yüce Allah’ın asla iki veya fazla olması mümkün olmayan mümtenidir. Yani akla ve nakle, ayete sığmaz. İkilik ulu Allah’ın şanına yakışmaz. İkilik acizlik ve noksanlıktır. Bu ise Allah için düşünülemez. Bunu anlamak için Allah’ın varlığının, birliğinin, sonsuz kudretinin en açık kanıtı olan, kainat kitabı yani mevcudatın, doğanın değişmez, devamlı dizaynı ve intizamı hareketleri, Allah’ın birliğinin delilidir. Milyarlarca yaratığın sistematiğini düşünelim ki, onlarca, yüzlerce haşa Tanrı yönetse bu muntazam uyumun olması ve devamı mümkün değildir. Yüzlerce insanın işlerin bir iş gibi aynısının olması ve devamı aklen mümkün değildir. Bu nizam, bu intizam, bu disiplin bir kaynaktan yönetilmektedir ki, o da Hz. Allah’tır.

Çünkü birisinin yaptığını öbürünün veya hepsinin beğenmesi, noksansız uyum mümkün değildir. Dünyadaki ferdi ve toplumsal yönetimlerdeki farklılıklara bakılırsa bu gerçek çok daha iyi anlaşılır. Milyarlarca sene aynı sistemde aynı uyumda en ufak bir eksiklik ve noksanlığın olmadığı bir idareyi ancak ve ancak Hz. Allah cc. yapabilir ve yapıyor. Bunu ancak bir olan Allah yapabilir ki, bütün bunlar yüce Allah’ın en büyük sıfatı olan Vahdaniyet sıfatıdır. Müminlerin ağzındaki ifadesi ise “La ilahe illallah, vahdehü la şerikeleh le hül mülkü velehül hamdü ve hüveala külli şeyin kadir” Ayeti kerimesidir ki, O Allah ki vardır. Birdir, ortağı, benzeri, veziri yoktur. Mülk ve saltanat onundur. O her şeye kadir ve muktedirdir.” ifadesidir.

Kainattaki değişmez nizam, o yücenin birliğinin şahididir. Yerlere göklere bir bakarsak güneşin ışığı ve ısısı, ayın yıldızların parlayışı, günlerin, gecelerin, ayların, mevsimlerin, yılların bir düzeyde devam etmesi, bir olan ilahi iradenin bir tecellisidir. Bu kadar alî, yüce, erişilmez kudretin zatını insan aklı kavrayamaz. Bu yüzdendir ki, ulu Allah’ın zatını biliriz ama kavrayamayız. Bununla sorumlu da değiliz. Bu bakımdan yüce Allah’ı noksanlıklardan tenzih eder, tam sıfatlarla överiz. Bizim sorumluluğumuz budur. Şöyle bir düşünürsek, bugün tıp ilminin vardığı nokta bellidir. İnsan bedeni ve ruhunu tıp tam manasıyla kavramış ve bütün hastalıklara anında çareler bulmuş mudur? Hayır. Kendi bedenini bile anlamaktan aciz olan beşerin ulu Allah’ın zatını anlaması mümkün değildir. Bu sarraf terazisi ile taş tartmaya benzer. Bu terazi bu taşı tartar mı? Hayır. Ne demiş büyük mütefekkir Ziya Paşa, Tanrının künkünü ancak kendi bilir. Kendini ancak hakkıyla kendisi över. Zira “İdraki meali bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” Beyitin özü; İnsan aklı ulu mevlanın zatını kavrayamaz. Buna rağmen, Allah’ın yarattığı en ufak bir zerre, atom bile onun varlığı ve birliğine delildir.

(SÜRECEK)