ALLAH’IN SINIRSIZ İLMİ (2)

Ümmi Sinan içeri makama giriyor. Şeyhülislam Ümmi Sinan’a “ne bağırıyorsun be adam, ne istiyorsun, derdin nedir söyle” diyor. Otur filan yok. Ümmi Sinan hemen konuya giriyor: “Efendim, Şeyhülislam hazretleri ben adı sanı ile Ümmi Sinan’ım. Ümmi, okuma yazma bilmeyen birisiyim. Allah’ın ilmi ile kullarının ilminin farkını nisbet (oran) olarak öğrenmek istiyorum. Siz en yüksek din makamının alimisiniz. Ülemanın, alimlerin başısınız. Lütfedin efendim” demiş. Şeyhülislam hiddetlenerek “behey herif bu nasıl sorudur. Allah’ın ilmi ile kulların ilmi nasıl ölçülür” diye bağırınca, Ümmi Sinan hazretleri, “sakin olun efendim, benim haddim değil amma kainatın efendisi Allah’ın sevgilisi R.SAV.e bir mesele sorulunca öfkelenmez, kişilerin anlayışına ve ihlası, samimiyetine göre sorularını cevaplandırır. Kellimünnase ala kuduri ukulihim…İnsanlara akıllarının alacağı şekilde cevap veriniz, hitabınız onların durumlarına göre olsun” buyururdu.

Şeyhülislam “gel otur şuraya” der. Eline bir kağıt alır. Allah’ın ilmini anlatmak için kağıda bir daire çiziyor. “İşte bu Allah’ın ilmi” diyor, ortasına da bir nokta koyuyor. Ona da “bu da bütün kainatın, insanların ilimlerinin toplamı” diyor. “Gelmiş geçmiş ve geleceğin ilminin hepsi Allah’ın ilminin yanında bir nokta kadar bile değildir. Anladın mı?” diyor.

O zaman Ümmi Sinan taşı gediğine koyuveriyor ve “Şeyhülislam efendi hazretleri, noktanın içindeki sizin ilminizi gösterin” deyince, Şeyhülislam donup kalıyor ve karşısındakinin cahil bilgisiz biri olmadığını, alim, arifi billah olduğunu anlıyor. Bu olaydan sonra Şeyhülislam ile Ümmi Sinan arasında samimi bir dostluk başlıyor. Zaman zaman birbirlerine yüksek ilimlerle yardımcı oluyorlar. Sohbetler yapıyorlar. Birisi Şeyhülislam ilim adamı, öbürü Ümmi Sinan ilim ve irfan, maneviyat adamı. Birbirlerini tamamlıyorlar. Bazen de şakalaşıyorlar.

Bir gün sohbet sırasında Şeyhülislam Ümmi Sinan’a, “biliyor musun hocam, senin cenazeni papaz kaldıracaktır” diyor. Şakadan. Ümmi Sinan da Şeyhülislam’a “doğru söyledin, benim cenazemi papaz kaldıracaktır” demiş.

Zaman geçmiş, Ümmi Sinan, Şeyhülislam’dan önce vefat etmiş. Cenazesi camiye getirilmiş. Aynı gün, saraydan da bir sultan vefat etmiş. Onu da camiye getirmişler. Adet odur ki, Sultanların cenaze namazlarını Şeyhülislam kaldırıyormuş. Bugün de öyle değil mi? Devlet erkânının şehitlerin cenazelerini duruma göre Diyanet İşleri Başkanı kaldırıyor. Saraydan vefat eden sultanın cenazesi de aynı camiye getiriliyor. Usul icabı önce erkek sonra kadın cenazesinin namazı kılınıyor. Şeyhülislam da camiye geliyor. Cenaze namazına sıra gelince, musallada iki cenaze var. Biri erkek, biri kadın. Şeyhülislam erkek cenazesinin kim olduğunu bilmiyor. Önce erkeğin (Ümmi Sinan’ın) sonra sultan hanımın namazı kılınıyor. Helallik isteniyor. Sonra şeyhülislam merak ediyor. Cemaatteki farklılık da dikkatini çekiyor. Erkek cenazesinin kim olduğunu soruyor. Ümmi Sinan diyorlar. O zaman Şeyhülislam uyanıyor. Senin namazını papaz kıldıracak dediği Ümmi Sinan’ın namazını kıldırdığını anlıyor ve ey koca Ümmi nihayet bizi papaz da yaptın, kıymetini bilemedik diyerek gözyaşlarını tutamıyor.

Bu olay belki bir hikaye olabilir. Ben bunu hangi kitaptan aldığımı yazdım. Bu olayda iki önemli nokta var. Birisi; yüce Allah’ın ilminin hudutsuzluğu, Kehif Suresi 109. ayetinde öz olarak denizler mürekkep olsa ağaçlar kalem, rabbinin sözlerini yazsanız denizler biter de rabbinin ilmi bilgisi, sözleri bitmez” buyurulur.

(SÜRECEK)