Uğur Mumcu'nun hem çok güzel, hem de felsefe kokan bir sözü vardır; "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak!” Çok yalın, çok anlamlı ve de anlayana çok vurgulu bir söz... Biz de bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayalım dedik! Yazımızın birinci bölümünde Avrupa, ikinci bölümünde Türkiye okullarındaki din eğitimini incelemeye çalıştık. Fransa hariç tüm Avrupa ülkelerindeki okullarda din eğitiminin yapıldığını, birkaç ülke hariç tümünde zorunlu olmadığını gördük. Üstelik eğitimin mezheplere göre düzenlendiğini, ders kapsamının ve eğiticisinin kilise tarafından belirlendiğini gördük. Türkiye'de ise din eğitiminin devlet kontrolünde olduğunu, zaman zaman aksadığını, aksatıldığını, askıya alındığını (1931-1949) , 12 Eylül askeri darbesinden bu yana da zorunlu olduğunu gördük. Ayrıca Türkiye'de din eğitimi sürecinde, farklı bir İslami yorumu olan, 20 milyona yakın olduğu söylenen Alevi kesimin hassasiyetlerinin ise, hiç gözetilmediğini gördük. Konumuz Alevilik yapmak değildir ama, içinde bulunduğumuz bu toplumun sorunlarına da duyarsız kalmak olamazdı. Bu nedenle özellikle din eğitimi konusunu, bir de biz dillendirelim dedik. Bugün için devletin de bu konuya eğildiği görülmektedir. Alevi, Osmanlıya karşı duruşu nedeniyle cumhuriyete büyük sempati duydu. Cumhuriyet sistemine büyük bir sadakat gösterdi. Sorunlarının giderilmesini uzun süre bekledi. İslami kimliğinin kabul edilmesini, sosyal varlığının görülmesini istedi. Yıllarca saklı, gizli ya da suçluymuş gibi görünmekten kurtulmak istiyordu. Bütün beklentisi köyünü, kentini, mahallesini rahat söyleyebilmek, devletle olan ilişkisinde endişeli durumunun giderilmesini istemekti. Bunun için Mustafa Kemal'e büyük sevgisi vardı. Bunun için cumhuriyete sadakati çok yüksekti. Yaşam biçimi çağdaşlığa açık, tutuculuğu yoktu. Halk kültürü, folkloru çok zengin, okumaya yatkın, toplumsal hoşgörüsü yüksekti. Devletten en önemli ve öncelikli beklentisi din eğitimi konusundaydı. Yıllarca asimile edilmek korkusunu taşıdı. Çünkü bunun hedeflendiğini kabul ediyordu. Kırsal kesimdeyken sesi cılızdı; bugün, sorunlarını yüksek sesle dillendirmeye başladı. Yıllarca oy verdiği ve de vermediği siyasetler, bu sesleri duymadı ya da duymak istemedi. Yine de son bir yıldır konular masaya yatırılır oldu. Dileğimiz olumlu sonuçlanmış olmasıdır. Alevi ve laik kesimin en öncelikli ve en önemli talebi, din eğitiminin zorunlu olmamasıdır. Bu durum tüm gelişmiş ülkelerde isteğe bağlı olarak çözümlenmiştir. Yine Alevi ve laik kesimin diğer bir talebi, din eğitiminde bir inancın dayatılması yerine dinler hakkında genel bilgi verilmesidir. Zaten bu talep Avrupa Konseyinin 2005 ydında kabul ettiği bir kararda, "Din derslerinin, kültür Be ibadet arasındaki sınırı geçmemesi, amacm belirli bir inancı aşılamak değil, gençlere neden var olduklarını anlatmak olmalı." şeklindeki ifadesinde özellikle vurgulanmıştır. Alevi'nin önemli bir talebi ise, din eğitiminde kendi İslami anlayışının yer almasıdır. Kendi çocuğuna başka bir İslami anlayışın dayatılmamasıdır. Avrupa insan hakları sözleşmesinde bu talep özellikle ifade edilmiştir. Sözleşmedeki ilgili hüküm, "Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet eğitim ve öğretim alanında yüklendiği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.” demektedir. Alevinin en çok endişelendiği konulardan biri de, kendi inanç değerleri yerine başka bir inanç değerlerinin dayatıldığını kabul etmesidir. Bu dayatmayla sürekli olarak asimile edilme endişesini duymuştur. Nitekim bu konuda da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin 1999’da kabul ettiği, "Devlet okullarında din eğitimi ile ailesinin inançları arasında bir uyuşmazlık olmaması gerekir" kararındaki vurgu, Alevi'nin bu endişesini haklı göstermektedir. Sonuçta, fiili olarak kabul ettirmeye çalıştığı ve bir ölçüde kabul ettirdiği kimliğini, okullardaki din eğitimine karşı duruşuyla tescil ettirmek istemektedir. Devletin de attığı ve atacağı adımlar, cumhuriyete sadakati çok yüksek olan ve Alevi-Bektaşi kültürüyle geniş bir toplumsal hoşgörü yaratan bu toplumsal kesimin itirazlarını ve endişelerini gidermek olmalıdır. Artık bu konularda toplumsal bir mutabakat sağlanmalıdır. Çünkü günümüz Türkiye'sinin buna çok ihtiyacı vardır.