DİL ULUSAL KİMLİĞİMİZ

Dil; bizim ulusal kimlik, değerimizdir.

“Bağımsızlık mı önce gelir, dil mi?” diye sorulduğunda hepimiz “bağımsızlık” deriz hiç düşünmeden. Aslında en mantıklısı da bu görünür. Oysaki “Dil, bağımsızlıktan önce gelir.” Bunu daha iyi anlatabilmek için size tarihten bir örnek vermek istiyorim.

DİL Mİ, BAĞIMSIZLIK MI?

Julius Sezar’a kadar Keltler, Romalılara çok çektirmişler, saldırılarıyla onlara rahat huzur vermemişlerdir. Bu yabani kavimler, yüzlerine mor boyalar, sarı saçlarına kireç sürerek havaya dikleştirilmiş hâlde, vahşi çığlıklar atarak saldırır, Romalıları çok ürkütürlermiş. Romalılar bunlarla uğraşa uğraşa iyice bilenip, farklı askeri savaş yöntemleri geliştirmişler. Birkaç yüzyıl sonra Sezar yönetime geldiğinde de Keltlerle uğraşmaları sürüyormuş. Bunun üzerine ne yapsak da bu dertten kalıcı biçimde kurtulup rahat etsek, diye düşünmüşler. Üç seçenek üzerinde tartışmışlar.

1. Bunların hepsini öldürsek buna kol gücümüz yetmez (o zaman atom bombası yok ya!).

2. Tüm ülkelerini istilâ etsek, sürekli askerî baskı altında tutsak, buna da ne askerimiz, ne de paramız yetişir. O halde demişler:

3. Bunları Latinleştirelim, yani kültürlerini, törelerini, bunun için de dillerini unutturalım.

Ve öyle yapmışlar. İş bitmiş.

Bir ulus dilini unutursa zamanla kültürünü, ulusal benliğini de yitirmeye başlar. Ve en sonunda da bağımsızlığını yitirir.

Bağımsızlık yeniden kazanılabilir ama ya dil? Onu yeniden kazanabilir miyiz? Hayır. Bağımsızlığımızı koruyabilmemizin baş koşulu ise dilimize sahip çıkmaktır. Bu konuda herkese görev düştüğü gibi en büyük görev de gençlerimize düşmektedir.

KONFÜÇYÜS’E GÖRE DİL

Çinli filozof, eğitimci ve yazar (MÖ 551 - MÖ 479) Konfüçyüs’e sormuşlar:

“Devlet yönetimine katılsaydın, devlet erki sana verilseydi, ne yapardın?”

Konfiçyüz, “dil” demiş. “Öncelikle dil. Çünkü dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi anlamlandıramaz. Düşünce doğru anlatılmayınca da görev ve sorumluluklar doğru algılanamaz. Görev ve sorumlulukların gerektiği gibi yerine getirilemeyen bir ülkede kurallar ve tüze bozulur. Kurallar ve tüze bozulunca da adalet yanlış yola sapar. Adalet yanlış yola sapınca da şaşıran halk ne yapacağını, nasıl davranacağını kestiremeyeceği için ürkü ve kargaşa baş gösterir; düzen temelden bozulur. Onun içindir ki bir ulusun yaşamında hiç bir şey “dil” ölçüsünde önemli ve etken değildir

EZOP VE DİL YEMEĞİ

Ezop, (İ.Ö. 6. Yüzyıl) Filozof Ksantus'un kölesi imiş. Şimdi de dili yerinde ve doğru kullanmadığımız zaman neler olabilir. Buna ait bir örneği de, Fabl dediğimiz hayvan masallarının babası Ezop’tan verelim.

Ksantus, bir gün kölesi Ezop'a demiş ki:

"Bu akşam için önemli, onur konuklarım var. Çarşıya git, en iyi, en lezzetli yemekleri yapman için ne gerekiyorsa satın al."

Ezop; Ksantus'un konuklarının vereceği yemek için çorbadan tatlıya kadar tüm yemekleri hep "dil"den yapmış.

Ve akşam sırayla konuklara sunmuş.

Ksantus, dilden yapılan bu yemekler nedeniyle konuklarının önünde Ezop'a bağırmış:

"Nedir bu kepazelik? Ben sana en lezzetli, en nefis, en tatlı yemekleri yap, dememiş miydim?”

Ezop şu cevabı vermiş:

“Sayın efendimiz. Dilden daha iyi, daha yaralı şey var mıdır? Bütün yaşamımızı dilimiz düzenlemez mi? Eğitimimiz ve öğrenmemiz buna bağlı olduğu gibi; sevgimizi ve nefretimizi de dille belirtmez miyiz? Evlilikler dille gerçekleşir. Ülkeler dille kurulur. Ülkeler arası dostluklar ve barış dille sağlanır. Bütün yaşamımız buna dayanır. Dil olmazsa, nasıl yaşarız? Bana öyle geliyor ki, dünyada dilden daha iyi, daha yararlı hiçbir şey yoktur.”

Konuklar hak vermişler Ezop’un bu açıklamasına.

Aradan zaman geçmiş, Ksantus, bu kez hiç hoşlanmadığı bazı konuklarını yemeğe çağıracağını söyleyerek; Ezop'tan bu defa en kötü yiyecekleri hazırlamasını istemiş.

Ezop, bu kez de, çorbadan tatlılara kadar bütün yiyecekleri yine dilden yapmış.

Ksanthos buna çok sinirlenmiş, ama konuklarının yanında bunu belli etmemiş.

Onlar gittikten sonra Ezop’u paylamaya başlamış:

“Sana en kötü, en zararlı yiyecekleri satın almanı, yemekleri de onlardan yapmanı söylememiş miydim? Oysaki sen; en iyi, en yararlı yiyecek olduğunu söylediğin dilden yapmışsın tüm yemekleri.”

Ezop, şöyle yanıtlamış efendisi Ksantosu:

“Evet, ama dilden daha kötü, daha zararlı ne var? Dil yüzünden ülkeler yıkılmaz mı? İnsanlar ölmez mi? Yalan düşünceler ve zararlar hep dille olmaz mı? Onun yüzünden ülkeler arasında savaşlar olup, devletler yıkılmaz mı? Tahtlar ve krallar altüst olmaz mı? Dünyada dilden daha kötü ve daha zararlı ne vardır? Gerçi dünyadaki en iyi, en tatlı, en güzel şey dil ise de, zaman zaman en acı, en çirkin, en kötü şey de dildir. İnsanları, birbirlerine gücendiren, kızdırtan, aralarını açan da dildir. İnsanların başına gelen felâketlerin sebebi de sahip olamadığı dili yüzündendir.”

Bilge Ezop, dilin olumlu ya da olumsuz yönde kullanılmasının sonuçlarını böyle anlatır.

Yazımı: dilin yapıcılığını da yıkıcılığını da veciz bir biçimde anlatan Yunus Emre’nin şu dörtlüğüyle sonlamak istiyorum.

Söz ola kese savaşı,

Söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı,

Bal ile yağ ede bir söz.