NEFSANİ VE DÜNYEVİ ARZULARA ESİR
OLAN EVLİYA BİLE İMANINI KURTARAMAZ
Bir gün Ebu Hanife ve arkadaşları medresenin önünde otururlarken, yoldan birisi geçiyordu. İmam-ı Azam ‘şu adama bakın bu kişi buranın yabancısı ve sanırım öğretmen’ dedi. Adamı çağırdılar gerçekten yabancı ve öğretmen olduğunu söyledi. Oturanlar şaşırdılar. ‘Nereden bildin’ dediler. Ebu Hanife, ‘Adam yürürken sağa sola çevreye, yukarıya bakıyor. Buraları görmemiş olduğu belli. İkincisi, yolda çocuklarla ilgilenip gülüyor. Onları kendine yakın buluyor. Bu hocalık vasfıdır. Bunlardan bildim’ dedi.
R.SAV. de ferasetle ilgili bir hadis-i şeriflerinde; “Mümin ferasetinden sakının. O feraset sahibi, Allah’ın nuru ile bakar” buyurmuştur.
Feraset ileriyi görmek, işleri akıl süzgecinden geçirerek hüküm vermek anlamına geliyor. Şimdi günümüzün alimleri, hakimleri, bürokratlarına bakıyoruz. Bir mevkii elde etmek için öpmedik el, dökmedik dil bırakmıyorlar. Gayri meşru işleri için her yanlış yolu meşru görüyorlar. Bunlardan insan, yanlışa alet olmamak, vebale girmemek için dünyanın en yüce mevkiilerini ellerinin tersi ile iten, başkalarının o makama geçmek için can verdiği yanlışına düşerken İmam-ı Azam gibi alimler o mevkilere geçmemek için canlarından oluyorlar.
Heyhat, işte alim de olsa insanoğlu budur. Çünkü, insanda yüzde 50 melek, yüzde 50 şeytanlık vasfı vardır. Terazinin kefeleri gibidir. Bir taraf ağırlaşırken, diğer taraf hafifler. Yani elli yıl evliyadır, Allah korusun bir yanılır, imanını bile kurtaramaz. Bunun sebebi nefsani ve dünyevi arzuların tatminidir. Bunları körükleyen de nefis ve şeytandır.
Yalan dolanla üç günlük dünya için şeytanlaşanlar unutulup giderler ve Allah’ın gazabından ve azabından kurtulamazlar. Diğer taraftan zulme bulaşmayanlar milyonlarca insanın duasını ve övgüsünü alırlar. Daha yücesi, ulu Allah’ın ebedi nimetlerine ulaşırlar. Bu dünya nasıl olsa geçer. Çünkü burada sonsuzluk yoktur. Ama bu şerefi kaç kişi kazanabiliyor. Yunus’un dediği gibi;
Gelin canlar bir olalım
Zoru kolay kılalım
Dost olup kardaş olalım
Dünya kimseye kalmaz.
Okuyana, dinleyene, anlayana ne mutlu. (Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife adlı eseri)
ELBİSE MESELESİ
Ebu Yusuf, yukarıda ifade edildiği gibi, İmam-ı Azam’ın birinci öğrencisi. 25 sene İmamdan ders almış, mutlak müçtehit. İmamın makamına oturan, Hanefi mezhebinin ikinci alimi. Abbasilerin Kadülkudafi uzun yıllar Ebu Hanifeden ders aldıktan sonra, hocasından izin almadan başka bir camide ders okutuyor. Yani ben artık yetiştim demek istiyor. Hz. İmam Ebu Hanife, bunu izliyor. Bir gün öğrencilerinden birisine git şu suali Ebu Yusuf’a sor, evet derse olmadı, hayır derse yine olmadı de. Bakalım ne diyecek diye gönderiyor. Mesele şudur; Bir kişi temizleyiciye temizlenmek üzere bir elbise vermiş, 2 dirhem ücret kesilmiş. Adam elbisesini almak üzere gittiğinde, temizleyici ebiseyi almadığını söylemiş. Yani aldığını inkar etmiş. Dah asonra elbisenin sahibi temizleyiciden bir kez daha elbisesini istemiş. Bu kez temizlikçi hatırladım, ücretimi ver demiş. Bu durumda temizlik işini yapan ücret alabilir mi? Çünkü evvela inkar etmiş, sonra ikrar etmiş. Ebu Hanife’nin gönderdiği elçi, sorucu, bu soruyu Ebu Yusuf’a soruyor. Ebu Yusuf ücreti ödemesi lazımdır. Çünk ütemizleme işi yapılmıştır, der. Soran kişi, hayır, demiş. Ebu Yusuf. Önce inkar ettiği için ücret edemez demiş. Ona da hayır demiş. O zaman Ebu Yusuf bu sualin hocası İmam-ı Azam’dan geldiğini anlamış. Hocasına gidip, aynı suali ona sormuş. Ebu Hanife seni buraya getiren elbise temizlik meselesi midir demiş. O da evet demiş.
SÜRECEK