ABBASİ HALİFESİ’NE BAŞKADI OLMAK,
HER ZULMÜNÜ ONAYLAMAK DEMEKTİ
Abbasilerin güçlü halifesi Mansur, Bağdat’ta duayen, kanaat önderleri olan dört alimi Başkadı, Hazine Bakanı vs. yapmak üzere çağırmıştı. Çünkü, halka karşı biz her işimizi şeriata göre yapıyoruz. İşte sizin ve bizim itibar ettiğimiz alimlerin imzası ile hüküm veriyoruz, diyorlardı. Yani, kanunsuz işlerini bu alimlere onaylattırıp, tabiri caizse dini siyasete alet ediyorlardı.
O zamanın din bilginleri bu durumu bildikleri için hiç kimse sarayda görev almak, ahiretini yıkmak istemiyordu. İşte İmam-ı Azam başta olmak üzere, küfeye kadı tayin etmek için o zamanın yüksek alimlerinden Mis’ar B. Kıdam, Süfyanı Sevri, Şerik Haniyi padişah saraya davet etmişti. Bunlar kadılığı kabul etseler zalim olacaklar, etmeseler kellelerinden, canlarından olacaklardı. Bu yüzden kara kara düşünüyorlarken, ben sizin sonunuzu şimdiden söyleyeyim de ferah olun dedi.
Ben kendimi kurtarayım, Süfyan da yolda kaçar Mis’ar da kendini deli yerine koyar, Şerik’e gelince o bu kadılığı kabul etmek zorunda kalır dedi. Kendilerini askerler saraya götürüyorlardı. İçlerinden Süfyan, asker komutandan izin istedi. Abdest bozacağım, lavaboya gideceğim dedi. Gitti, gelmedi, yani kaçtı. Dicle’de gitmekte olan bir gemiye bindi, kayboldu. Gemiden seslendi, beni aramayın diyordu. Gemi uzaklaştı, askerler çaresiz kaldı. Geriye kalan üçümüzü sıkı bir takiple saraya götürdüler. Halifeye arz edildik. Mis’ar (büyük bir alim) halifenin elini tuttu, ileri geri abuk sabuk, anan kim, baban kim, kaç cariyen var, durumu nasıl gibi havadan sudan konuşmaya başladı. Halife, bu alim mi deli mi, çıkarın şunu odamdan dedi. O da deli numarası ile başını kurtardı. Sıra bana geldi. Mansur’un ana hedefi bendim. Beni kesin başkadı yapmak istediğini ben değil alem biliyordu. Bu büyük sorumluluk yükü olan ve halifenin haksız eylemlerinin şeriata uygunluğunu onaylamak ve onun zulmüne ortak olmak anlamına gelen bu görevi almaktan nasıl kurtulacağımı daima düşünmüş tedbirleri almış, ölüm pahasına bu görevi kabul etmemeye karar vermiştim.
Neticede, Mansur (bugünün ortamı ile adalet maliye ve diyanet bakanlıkları demek olan bir makam ve halifenin bütün idari işlerinin şer’an Kur’an’a ve sünnete uygunluğunu tasdik etmek gibi yani anayasa ve mecis görevi gibi bir görevdir) Bu görevleri bana tevdi ettiğini bildirdi. Ben itiraz etmedim. Çünkü neticesinin ölüm olduğunu biliyordum. Ancak bu gibi ulvi görevlere layık olmadığıma padişahı inandırmam gerekti. Halifeye, toplumda kölelik bir nakısa eksikliktir. Ehliyete ve liyakata manidir? Ben de babası Acem, Arap olmayan, yani köle soyundanım. Bezzaz manifaturacıyım. Küfe halkı bir kölenin başlarında olmasını istemezler dedim. Halife, hayır köle soyundan gelmek, yüksek memuriyete geçmeye mani değildir. Sahabilerden ve alimlerden bu görevlerde bulunan çok insan biliyorum, diyerek örnekler verdi. İmama Mevaliden kadı olmaz diye yalan söylüyorsun, dedi. Ebu Hanife ben kadılığa layık değilim. Yalancı isem yalancıdan kadı olmaz, ben kadı olamam diyorum doğru söylüyorum, sözüme inanmalısınız. Yok yalan söylüyorsam yalancılığıma inanmalı ve bu işten vazgeçmelisiniz dedi. Halife Mansur götürün bunu hapsedin emrini verdi ve Ebu Hanifeyi hapsettiler.
Geride 4 alimden biri olan Şerik kalmıştı ve içeri girince bu göreve layık olmadığını anlatacaktı ki, Halife sus konuşma, senden başka küfe halkı tarafından itibar gören alim kimse kalmadı. Sen Başkadısın, deyiverdi.
Şerik bahaneler getirdi. Unutkanımdır dedi. Halife tatlı ye aklın başına gelir dedi. O zaman Şerik, sizinle sözleşme yaparım, oğlum bile olsa hakka hükmederim deyince, istediğin gibi harekette serbestsin dedi. Bu durumda kadılığı kabul etti. Yani İmam-ı Azam’ın aklının gücü ve feraseti ile önceden tahmin ettiği iş sonra aynen vukuu bulmuştur.
SÜRECEK