MÜSLÜMANLAR, MEZHEP TAASSUBU İLE
DIŞTAN KURULAN TUZAKLARA DÜŞÜYOR
“Düşman kadınları bizzat savaşa katılır ve harp ederlerken esir düşerlerse, elbette onlar esir edilirler. İslam tarihi bunun örnekleri ile doludur. Her şeye rağmen istisna olarak münferit ve mevzi aykırı hareketler de olmuştur. Ama bunlar İslam’ın dışındadır.”
Merhum başbakan hocamız Şemsettin Günaltay yazısına şöyle devam ediyor:
“Dinler tarihi gösteriyor ki, insaniyet hiçbir zaman dinsiz yaşamamıştır ve yaşayamaz da. Çünkü din toplumsal yaşamın bir parçasıdır. Parça daima bütüne tabidir. Her bütün de her parçasının özelliklerini taşır. Bütün bunlara rağmen insanlık dini telakkilerinde muhtelif merhaleler geçirmişlerdir. İlim, fen ve teknoloji sayesinde tekamüller olmuştur. İslam alimlerinin değil, batılı filozofların, örneğin Alman Kant ki, hakimdir, Jülsimon’un felsefe eserleri okunursa bunları orada da görmek mümkündür. Kant’ın meşhur sözü vardır: “Düşünüyorum, öyleyse varım”. Bu söz İslam’da “Kendini bilen rabbini bilir” özdeyişi ile ifade edilir. Bu iki filozof, öyle ise din vardır, din var ise bari teala, ulu Allah vardır. Var olan Allah birdir. Asla iki olamaz. Çünkü bu Allahlık vasfına aykırıdır. Öyle ise bu kurala uyan din en mükemmel dindir. O da İslam’dır.
Görüldüğü gibi, din bir hakikat olarak başka bir açıdan garp, Avrupa alimlerinin dilinden anlatan hocamız, İslam dininin yüceliğini de ortaya koymuş oluyor.
Burada esas olan dinin bu kadar açık bir hakikat olduğu halde, insanlığın, özellikle de Müslümanların din dışı tavır ve hareketlerinin taban tabana dine zıt olmasının izahında güçlük çekilmesidir. Bunlar da aslında insanların ihtiraslarının, din duygularının zayıflığı nedeni ve cehil sebep ile yanlış yorum ve anlayışların bir sonucu olarak oraya çıkıyor. İnsanların çoğu inandığı gibi yaşamıyor. İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Müslüman görünür, ama aslında inanana ihanet ederek dininin emrettiği gibi yaşamaz.
Bugün Müslümanların içine düştükleri fert ve toplum olarak olumsuzlukların kaynağı da budur. Mezhepler ve tarikat hür iradenin bir sonucu olduğu halde, farklılıklar ayrılıklara neden olmakta, mezhep çekişmeleri kavgaya dönüşmektedir. Örneğin, ABD’lilerin Irak’ı işgali ile başlayan kaos ortamı yıllardır sürmekte, Şii Maliki yönetimi, Sünni vatandaşlarına yönetimde gerekli hakları vermemesi, Şii anlayışı doğrultusunda hareket etmesi, Sünnilerin terörist faaliyetler içine girmelerine sebep olmuş, Irak kan gölüne dönmüş, IŞİD denilen bir terör grubunu doğurmuş, durum Suriye’de de faaliyet alanı bulmuş, dış güçlerin de etkisi ile Irak’ta on senedir Suriye’de 3 seneden fazla mezhep kavgaları mihraklı iç savaşta yüzbinlerce Müslüman ölmüştür. Bir o kadar yaralı vardır. 5 milyon insan evinden, yuvasından, yurdundan olmuş, bir hiç uğruna sel gibi kan akıtılmış ve hala da akıtılıyor. Yazık değil mi? Bu nasıl Müslüman ki, kendisi Allah diyerek ve yine kendisi gibi Müslüman olan, belki mezhebi farklı, bazen de hiç fark etmez kabilinden birbirlerini boğazlıyorlar. Hem dinine, hem milletine, hem vatandaşına, hem devletine ihanet ediyor. Hem de emperyalist güçlerin kabına su taşıyorlar.
Şunu asla unutmayınız ki, elbette mezheplerin de batıl olanları vardır. Hak mezhepler bile tıpatıp dinin aynısı değildir. Mezhep, dinin furun, ameli işlerindeki yorumundan ortaya çıkan yola denir. Ama bazı mezheplerin, bunu şia gibi mezhebi din olarak yorumlayıp, onu zorla başkalarına kabul ettirmeye çalışmaları yüzyıllar boyu süren ve belki sürecek olan lüzumsuz ve faydasız düşüncelerin ektiği fitne tohumlarıdır. Bunun da aslı dini anlayışları mezhep taassubu ile dünya menfaatleri temin etmek için kurulan tuzaklardır. Müslümanlarda bu yabancı tuzaklara düşmekte, bu oyunlara alet olmaktadırlar. Binlerce kadın dul, binlerce çocuk yetim ve öksüz açlık sınırında, günahsız masum sabiler ölümden beter bir yaşantıya mahkum edilmişlerdir. Bir de bunun ahiret vebali vardır. Ahiette hiç kimse bu yükün altından kalkamaz.
SÜRECEK