“BAŞKASINDAN HİMMET BEKLEMEK
YERİNE KENDİNİZ ÇALIŞIP KAZANIN”

(b) şıkkı ise; Allah’ın rahmetinden, affından, bağışlamasından asla ve asla ümidini kesmemelidir. Yusuf Suresi 12/87 Zümer suresinde de “a taknetü min rahmetillah” Doğrusu kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.
Zümer suresinde ise Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları affeder. O gafur ve rahimdir.
Hz. Ömer’e imanla ilgili bir soru sorulmuş. Cevaben ümit var olmayı esas alan şu sözleri cevaben vermiştir: “İnsanlardan bir kişi cehenneme girecek deseler, o belki ben olabilirim diye endişe eder, tedbirimi alırım. İnsanlardan bir kişi cennete girecek deseler o kişi ben olabilirim diye ümidimi kesmem” buyurmuş.
Mümin daima ümitle korku arasında olmalı. Akıbetine yüzde yüz güvenmekle beraber, asla da ümidini yitirmemelidir. İşte mümin böyle olmalıdır.
Mümin maddesini imanın inceliğini ve önemini ifade eden bir olayla, bir kıssa ile hisselenelim.
Kesilmiş, kesmiş süt içmekten korunmak.
9 Şubat 1949 tarihli ve 5-73 sayılı Yeni Selamet dergisinin 7. sayfasında büyük alim Ömer Rıza Doğrul’un kaleme aldığı bir konuyu özetleyerek aktarmak istiyorum ki, üstad bu olayla imanın tereddüt kabul etmeyeceğini anlatmak istiyor.
Beyazidi Bestami. Devrinin ulularından ve yüksek velilerindendi. Akıl ve mantıkla, dini ve tasavvufu özdeşleştiren bir ulu kişidir. Çalışmayı terk edip miskin miskin duran ve şeyhinden himmet bekleyen ve kendisinin Beyazıt’ın eşyalarını himmet diye paylaşan müritlerine karşı şu veciz konuşmayı yapıyor: “Ey dostlarım. Beni dinleyin. Çalışmadan hiçbir şey olmaz. Dünyayı isteyen sağye –çalışmaya sarılsın. Ahireti isteyen çalışsın. İkisini birden isteyen yine çalışsın. Yoksa Beyazıtın elbisesinden bir parça olmayı bırakın, benim derimi yüzseniz de içine girseniz size bir faidesi olmaz. Çalışmayı bırakıp da başkasından himmet beklemek tam bir ahmaklıktır. Haydi çalışarak kazanın. Siz yüzmeyi bilecek ve gayret edeceksiniz, biz de rıhtımda sizin elinizi tutup sahile çıkarmalıyız. Himmet budur” diyen büyük bir alim maarif keşidir. İşte bu zatı ali, şöyle bir olay anlatıyor:
Beyazıtı Bestaminin ölümünden sonra dostlarından birisi onu rüyasında görür ve durumunu sorar sual eder.
Allah’ın huzuruna varınca ne dedin?, der.
İlahi huzura vardığım zaman bana denildi ki;
-Ey yolcu! Dünyadan ayrılırken ahirete ne gibi armağanlar getirdin?
Ben de şu cevabı verdim: Yarabbi, armağan olarak suçlarımı getirdim.
-Peki, sevaplar getirmedin de suç getirdin?
Yarabbi, senin sonsuz ve af ve mağrifetine güvendim.
-Peki başka ne getirdin?
Yarabbi, suçtan başka bir şey getiremedim. Fakat ömrümde yapmadığım birşey daha getirdim.
-Ne getirdin?
Yarabbi, günah işledi. İsyan ettim. Ekmeğini yedim. İhanet ettim. Ama nimetin sahibine asla şirk koşmadım. Eş koşmadım. Ortak katmadım. Onun yüce şanını daima tenzih ettiğim için müşriklik namına bir zerre taşımadan –mutmainnüm biliman- tam bir iman dolu kalp ile sana geldiğime inanıyorum, der demez oradan birisi bana bir olayı hatırlattı ve başımdan geçen bir vakıayı hatırladım. Çünkü bu olayda hafif bir şirk duman kokusu vardı. Bunu sonradan anladım. O da şudur:
Bir gece yatmadan canım süt içmek istemişti. Baktım mutfakta pişerken kesilmiş bir süt var. Onu içtim. Bir hayli de çok içmişim. Ekşimiş süt insanın midesini ağrıtır. Gece karnım dayanılmaz bir ağrı ile, sancı ile uyandım. O derecedeki bir ağrı idi ki yerleri ısırıyordum. Bu ekşimiş sütü neden içtim. Bu sütü buraya kim koydu. Ekşimiş sütü neden kediye vermediniz vs. türlü bahanelerle süte ve sütü getirene, pişireni suçlamaya başlamıştım. Ekşi sütün vediği ızdırapla gelişi güzel söylendim.
SÜRECEK