DAYAK BİR TERBİYE DEĞİL, TEHDİT VE
KORKUTMA ARACI, TESTİNİN KIRILDIĞI AN

Konağın sahibi aşçıbaşını çağırdı ve dedi ki ona; “Ey aşçıbaşı, bak bu kedi yavrularını getirip ayak ucuma koydu. Bu kedi böyle yapmakla bize ne anlatmak istiyor?
Biz bu kedinin emzikli bir anne olduğunu anlamalı ve ona göre onun yiyeceğini artırmalıydık. Bunu anlamadık ve bu kediyi bu işe zorlamış olduk. Yani kedi değil biz yanıldık. Hatta kedi bize yanıldığımızı anlatmak için tencereden sadece bir parça et alıyor. İsteseydi hepsini alırdı. Biz de onu suçlu sayıp öldüresiye dövüyoruz. Yani ey aşçıbaşı, kedi değil biz yanlış yapıyoruz. Bak bunu bize daha açık anlatmak için yavrularını ayak ucuma koyuyor ve anlayın halimi diyor bize. Öyle değil mi aşçım” diyor. “Sen ne yaptığını gördün mü, dayak bir terbiye değil, bir tehdit, korkutma aracıdır. Testinin kırıldığı andır. Bu kediyi öldüresiye dövdün, şimdi onun yüzüne nasıl bakacaksın. Nasıl onu kucağına alıp seveceksin?”
“Efendim, efendisi değil miyiz döveriz de severiz de.”
“Hayır, öyle değil. Severiz ama dövmeyiz. Git kediyi bul, özür dile. Söz ve davranışlarınla ondan helallik dile” der.
Aşçı hemen fırladı. Kediyi aradı. Onu bir ağcın tepesinde buldu. Onu çağırdı ama kedi ağaçtan aşağı inmedi. Aşçının sevgi gösterilerine inanmadı. Geri geldi. Konağın ağasına durumu arzetti. Konağın sahibi ağacın dibine kadar geldi. Kediyi çağırdı, aşağı gel dedi ve kedi ağaçtan hemen indi. Efendisinin ayaklarına sarıldı. Yüzünü sürdü. Efendi onu kucağına aldı ve sevdi. Sonra onu yavrularının yanına götürdü. Kedi birden neşelendi. Soytarılıklar yaptı. Hopladı, zıpladı, sevinç gösterileri yaptı. Aradaki dargınlık, küskünlük perdesi kalktı. Konağın ağası kediyi ve yavrularını aldı. Mutfağa götürdü. Kedi bir de ne görsün. Aşçıbaşı hergünkü verdiği etin üç mislini kedinin yalağına koymuş. Kedi meramının anlaşıldığını anlayınca kaygıları yok oldu. Gerçi kulağı çekilmiş, azarlanmıştı ama, halini de anlatmıştı ve ahlakını daha fazla bozmadığına sevindi ve bu konakta yavrularını büyüttü, mutlu yaşadı.
Şimdi sevgi, hoşgörünün nelere kadir olduğunu bu olay göstermektedir. Şu da kesinlikle tecrübe ile sabittir ki, bir insana dünyanın parasını versen maddeten doyursan ama onu rencide etsen verdiklerinin hiçbir kıymeti olmaz. Ama sevgi ile yapılan davranışlar ise insanın kalbine dikilen sevgi ve aşk fidanları gibi yetişir. Sevgi sahibini kalbinde taşır. Kainatın huzurunun temeli sevgidir.
Bakınız ulu Allah kullarına o kadar sayısız nimetler veriyor, beden veriyor, ruh veriyor, evlat veriyor, servet veriyor, devlet veriyor, ilim ve hikmet veriyor. Daha neler veriyor. En sonunda cennet ve cemal denen doruk nimetlerini insana veriyor. Peki niçin veriyor ve ne istiyor. Bir tek şey; Beni tanıyın, nimetin sahibini ve kadir kıymetini bilin. Beni sevin, yarattıklarımı sevin, sırf benim için sevin diyor.
Sevginin açmayacağı kapı isterse cennet kapısı olsun, sevginin kapamayacağı nefret kapısı yoktur, isterse cehennem kapısı olsun.
Şimdi bu konuyu 24 sene önce Almanya’da gördüğüm bir olayı anlatarak bitirelim.
Almanya’nın Köln şehrine bağlı Nidel Kassel Rayt denen yere din hizmeti için gittiğimde bazı arkadaşlarla gölün kıyısına gittik. Gölde ördekler var. Gelen giden göldeki ördeklere yem veriyorlar. Almanlar göle yaklaşınca ördekler onlara yaklaşıyor, kaçmıyorlar. Biz Türkler yaklaşınca bizden kaçıyorlar. Dikkatimi çekti. Refakatçi arkadaşa sordum, bu Almanlar Türkleri horluyorlar. Bu Almanların ördekleri de mi bizi biliyorlar, niye bizden kaçıyorlar diye espri yaptım. Yanımdaki hoca arkadaş, “Ördekler haklı. Bizimkiler ördekleri korkutmuşlar. Gece onları gölden çalıp yemişler. O günden beri kaç sene geçmiş olmasına rağmen o ihaneti unutmuyorlar” dedi.
Dünyada hissiz bir varlık yok. Ama biz bunu görüp hissedemiyoruz. Bu anlatılanların hepsi bizim dinimizin yüce tavsiyeleri arasındadır. Bunları uygulasak, toplumda, hatta kainatta ebedi bir huzur hakim olur. İşte bunu temin eden sevgi ve sevgi ile yetiştirilen canlılardır.
SÜRECEK