TERBİYE EDİLMİŞ KEDİNİN NEDEN HATA
YAPTIĞINI BULMAYA ÇALIŞMAK GEREKİRDİ

Bugün cahil olan, yarın alim olabilir. Bugün en kötü huylu olanlar, hallerini düzeltip en iyi huylu olabilirler. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Demek ki eğitim-öğretim, terbiye esastır.
Şimdi terbiye ile başarılan bir olayın hikayesini sunalım.
Sirklerde hayvanların nasıl dans ettikleri, akrobatik hareketleri yaptıklarını bildiğimiz gibi. Bir kedinin de terbiye ile davranışlarını nasıl değiştirdiğini görelim.
TERBİYELİ KEDİ (HAYVANLARIN DİLİ)
Geçmiş zamanlarda derebeyi zengin ve namlı bir adamın güzel bir kedisi vardı. Bu kişi çok yüksek kalpli, aydın düşünceli biriydi. İçi dışı bir, gönlü sevgi doluydu. Hayvanları o kadar severdi ki, sanki onları karşısına alır, onlarla konuşur. Ya öyle mi der gibi onların dillerini anlıyormuş gibi hareket eder. Hayvanlar da ondan kaçıp sakınmaz. Ondan bir zarar gelmeyeceğini hissederek onun her hareketini, işaretini anlar ve ona göre davranırdı.
Bu büyük kişi her gün bu güzel kedisini yanına alır, sever, okşar, kucaklardı. Kedi sahibi tarafından sevildiği için sevinir, sevinci kedinin hareketlerini yansırdı. Sonra saray gibi evin içinde dolaşır, mutfakta kendine ayrılan yerde yemeğini yer, hiçbir yeri ne kirletir ve ne de açıp karıştırırdı. Mutfakta etler bile tel dolaplarda açık bulunurdu da kedi onlara el uzatmazdı. O konağın bütün çalışanları ve sakinleri bunu bilirlerdi. Kendi sanki konağın bir evladı gibi olmuştu. Çünkü herkese aynı yakınlığı gösterir, konağa her gelenin kim olduğunu bilir, onu karşılar, konağın ağasını görünce kucağına atılır, miyavlardı. Herkes bu kedi konuşuyor sanırdı. Çünkü sevgi ve şefkate dayalı iyi bir eğitimden geçirilmiş, terbiye edilmiş, konağın kuralları insanlara öğretildiği gibi kediye bellettirilmişti.
Konakta bu düzen böyle hoş bir şekilde giderken, umulmadık bir şey olmuştu. Aşçıbaşı mutfakta çalışırken, etleri doğrayıp onları yıkayıp tencereye koyuyordu ki, bu sırada o uslu kedi içgüdüsüne mağlup olmuş, mutfağın tezgahına sıçrayıp tenceredeki et parçalarından birini kapıp fırlamıştı. Aşçıbaşı buna şaşırmış, tezgahta açıkta her gün duran etlere dokunmayan kedi bugün bunu niye yapmıştı. Acaba bu kedi neden terbiyesini bozmuş ve arsızlaşmıştı diye düşünmeden, onu terbiye edilmemiş bir acemi kedi gibi düşünüp onun takibine koyuldu. Mutfağa tekrar geldiği bir anda kediyi yakaladı ve şiddetli bir dayaktan geçirdi ve eğer sen bir daha böyle bir arsızlık yaparsan seni öldürürüm diye kulağına haykırdı.
“Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin” prensibini aşçı unutmuştu. Dayağı yiyen kedi küsmüş, konağın sakinlerine de soğuk davranıyor. Konağın ağasına bile utancından yaklaşmıyordu. Konağın efendisi, sahibi bu hale üzülüyor ve sebebini soruyordu. Aşçı olan biteni ağaya anlatmıştı. Büyük efendi, kedinin suç işlemesine üzülmüş, fakat bu terbiyeli kedi bu işi niye yaptı, bunun bir sebebi olmalı ve ben onu bulmalıyım diye düşündü ve kediyi yanına çağırdı. Kucağına aldı, sanki onu bağışladığını kediye anlatıyor gibiydi. Kedi bunu anlamış ve efendisinin kucağına atılmıştı. Kedi oradan fırladı, bir köşede doğurduğu üç yavrusunu ağzı ile tutup ağanın dizinin dibine bırakıverdi. Kedi sanki şöyle diyordu; Efendiciğim, ben terbiyemi bozmadım, arsız ve hırsız olmadım. Fakat aşçı benim üç tane yavrum olduğunu bildiği halde emzikliyim, daha fazla süte yavrularımın ihtiyacı olduğunu bilmeliydi, ama bilmedi. Bana eskisi gibi her günkü yemeği veriyordu. Ben de bu yüzden aç kalıyor, yavrularımı doyuramıyordum. Dilim yok ki halimi aşçıya anlatayım. Halimden de o anlamıyordu. Çünkü ben ona tencereden sadece bir parça et almakla halimi anlatmak istedim. Etlerin hepsini kapıp gitmedim. Ama aşçı beni anlamadığı gibi, beni öldüresiye dövdü. Ben yine sadakatimi korudum, konağı terk etmedim. Halbuki aşçı benim tavrımı biliyordu. Bu kedi niçin öyle yaptı deyip araştıracağı ve gerçeği bulacağı yerde, beni döverek terbiye edeceğini düşündü ve yanıldı.
SÜRECEK