Zevkle tükettiğimiz "badem"in Amerikan malı oluşu epeyce eskilere dayanıyor.

Tarım konusunda önemli çalışmalar yapan, yakınımız Yusuf Özküçükgöz'den bilgi almak istedim. Bana yaşadığı olaylardan zenginleştirdiği, kapsamlı bir yazı gönderdi. Karşılaştığı olumsuzluklardan üzüntüsünün kızgınlığa dönüştüğü anlaşılıyor. Yazının başlığına baktığınızda bu alenen ortaya çıkıyor. Bu yazıyı siz değerli okuyucularıma, dokunmadan olduğu gibi sunuyorum:

YAMYAMLAR ve İDEALİSTLER

Birkaç gün önce değerli aile büyüğümüz İlhan ÇENESİZ ile ülkemizde bademin neden ithal edilerek tüketildiği konusunda bir konuşma yaptık. Evet, Amerikan bademini neden yiyoruz ve tarım ürünlerini neden ithal etmek zorunda kalıyoruz? Her zaman bu konu çok tartışılmıştır ve tartışılmaya da devam edecektir. Toplumumuzda ÇİFTÇİLİK BİR İŞLETMECİLİK DEĞİL YAŞAM TARZI olarak görülmeye devam ettiği sürece bu hep böyle olacaktır.

Çiftçilerin sahip olduğu sivil toplum örgütleri ve onlara hizmet veren kamu kurumları görevlerini tam olarak yerine getirmediği sürece meslek çok zor günler yaşamaya devam edecektir.. Ülkemiz de mutlaka ithal tarım ürünleri kullanmaya devam etmek zorunda kalacaktır.

Badem konusuna gelince devletimizin bu konudaki politikası gayet net; bozuk orman alanları ile badem ve cevize uygun hazine arazileri, üretim yapmak isteyenlere tahsis edilebilmektedir. İsteyen üretici, uygun araziyi bulup, projesini hazırlayıp ilgili kamu kurumlarından tahsisi alabilmektedir. Ne yazık ki bu şekilde üretime odaklanan işletmelerin büyük çoğunluğu projeye uygun üretim yaparak bir gelir etmek yerine ilerde ucuz yollu arazi sahibi olmak niyeti ile bu işe girmektedir. TARIM ONLAR İÇİN ARAÇTIR, AMAÇ ARAZİ SAHİBİ OLMAKTIR.

Bir takım üreticilerimiz ise kendi imkanları ile arazi almakta ve bu işi yapmak için çaba göstermektedirler. Bu tip üreticilerde projelendirme eksikliği ve işletme bilinci olmadığı için arazisini ıslah edip, fidanları toprağa kavuşturduktan sonra işin bittiğini birkaç yıl sonra ürün toplayacağını düşünmekte, ne yazık ki böyle bir üretim metodu olmadığını öğrendiklerinde iş işten geçmiş olmaktadır.

Birkaç hafta önce çok acı bir durum ile karşılaştım. Onu anlatmadan geçemeyeceğim. İlimizin tarım için en uygun ilçelerinden birisi olan Bayat ilçemize, patates ve kuru soğan ekimi yapacak arazi kiralamak maksadıyla birkaç ziyaret yaptım ve Çorum ekonomisi için çok güzel on binlerce dekar arazinin heba edildiğini gördüm. Bu araziler arasında Orman Bakanlığı tarafından badem yetiştirmek amacıyla tahsis edilmiş, ama fizibilite raporu iyi değerlendirilmeden bilançosu hazırlanmadan başlanmış bir yatırım gördüm. Müteşebbis arkadaş artık pes etmiş o işe daha fazla sermaye ayırmaktan kaçınıyordu. Çok büyük bir işletme ve yatırım yapıldığına değer bir arazi, ama bilemiyorum yatırımcı kolay arazi sahibi olmaya çalışan bir yamyam mı, yoksa fizibiliteyi yapamayan bir idealist mi? Karar veremedim.

İşim gereği Güneydoğu bölgesine çok ziyarette bulunuyorum. Urfa ve Siirt bölgelerindeki taşlık-kayalık arazilerin, taşları dozerle temizlenerek Antep fıstığı yetiştiriciliği için hazırlanmakta ve ağaç dikimleri yapılmakta. Antep fıstığı cevizden daha zor ve uzun bir yatırım süreci ile yetişmesine rağmen büyük holdingler bu konuda yatırım yapmaktalar.

Büyük işletmelerin yanı başlarında olan küçük aile işletmeleri de gelişmelerinde bir hayli yol almış durumdadırlar.

Ulu önder ATATÜRK bunu düşünerek Atatürk Orman Çiftliği'ni ve TİGEM'lerini kurmamış mıydı? Maksat diğer çiftçilere örnek olmak değil miydi? Biliyordu çiftçi gözüyle görmediği şeye yatırım yapmazdı, ama yıllar geçti bürokrasi denen yamyam o işletmeleri çiftçiden uzaklaştırdı, maksadı dışına taşıdı.

Birkaç yıl önce Çorum Tarım İl Müdürlüğüne kapama meyve bahçesi yapmak istediğimi ve bu konuda teknik destek ihtiyacım olduğunu söylediğinde “Çorum yanlış yer, olamaz” denilerek geri gönderilmiştim. Kısa bir süre sonra bu konuda uzman olduğu bildirilen beni yatırımdan vazgeçiren kamu görevlisi; özel bir şirkette ortak olarak kapama meyve bahçeleri kurmaya başladı, bu da aynı bir yamyam.

Peki ne yapmalıyız?

Diğer sektörler işine nasıl sahip çıkıyorsa hem büyük hem de küçük tarım işletmeleri de bilançosunu ve kar-zarar hesabını, fizibilite raporlarına uygun olarak hesaplamak zorundadır.

Sivil toplum örgütlerimiz ve kamu kurumlarımız bölgelerinde yetişebilecek ürünler ve o işe uygun arazilerin fizibilite raporlarını hazırlayarak, profesyonel yatırımcıları davet ederek bölgenin kaderini değiştirmek zorunda.

Tarımı profesyonel olarak yapacak işletmelere öncelik verirsek etrafında bulunan aile işletmeleri de faydalanacaktır. Şehrimizi ve ülkemizi masa başından siyasete göre takip etmemeliyiz.

Üç örnek vereyim:

1.Alaca ilçemiz ülkemizin patates tohum yetiştirme merkezi olabilir.

2.Bayat ve İskilip ülkemizin turfanda patates soğan kışlık meyve ve yemlik mısır yetiştirme merkezi olabilir.

3.Kargı, Osmancık ülkemizin yeşillik sebze ve süs bitkileri yetiştirme merkezi olabilir.

Yeter ki konularına hakim idealist insanlar çalışsın, yamyamlara geçit verilmesin.

Yusuf Özküçükgöz

* * *

Yusuf Özküçükgöz'ün yazısında önemli bir ayrıntıyı fark ettim. Devlet teşvikleri güzel hazırlıyor. Uygulamada bürokratik olumsuzluklar, teşvik uygulamasından yararlananların algı zayıflığı, ayrıca fırsatçılığa çevirme çabası, girişimin zayıflamasına, bazen de girişimin olumsuzluğa uğramasına neden oluyor. Bu olumsuzluğu ne yazık ki sanayi teşviklerinde de gördük. O yüzden teşviklerin kaymağını holdingler yedi. Çünkü kadrolarında teşviklerin inceliklerini ilgili memura anlatan personelleri vardı.

O bakımdan önemli ayrıntıları kapsayan Yusuf Özküçükgöz'ün yazısını irdeleyerek okumanızı rica ediyorum.

En güzel günler sizlerin olsun.