Demokrasi, mevcut sistemlerin tartışmasız en iyisi, en güzeli, en yetkini ve en güvenilir olanıdır.

Churchill, “Demokrasi; sabahın köründe, alacakaranlıkta kapımız çalındığı zaman, ‘gelenin sütçü olduğundan’ emin olmanın, diğer adıdır ...” diyor.

‘Korkusuz yaşama hakkının’ çok güzel bir ifadesi olan bu tanım, aynı zamanda demokrasinin de en güzel yorumlarından biridir.

Şu an için demokrasiden daha çağdaş bir yönetim sistemi, henüz geliştirilememiştir.

Yani amaç, “insan haklarına öncelik ve önem veren” bir sisteme sahip olmaksa, demokrasiden başka seçenek yoktur. Ama bu durum, demokrasinin; “kusursuz bir sistem olduğu”, anlamına da gelmez...

Demokrasi, karşılıklı sevgi saygı esasına dayanan, bir ‘hoşgörü’ sistemidir...

Hoşgörü sistemidir; sistemi olmasına da, bizim gibi az gelişmiş toplumlarda, kimse kimseye hoşgörülü davranmaz, kimse kimseye (uygar ülkelerde olduğu gibi) saygı göstermez...

Yani, ‘hoşgörü’ ve ‘sevgi/saygı’ sözcükleri; bizde kâğıt üzerindedir ve göstermeliktir.

Demokrasinin en önemli özelliği; bünyesinde, farklı fikirleri, farklı görüşleri, farklı kültürleri, farklı tercih ve beğenileri bir arada barındırmasıdır...

… …

Demokrasiyi özümsemiş(!) usta(!) demokratlarımız, demokrasilerde; her türlü düşüncenin, her türlü tercih ve beğeninin bir arada bulunmasında, hiç bir sakınca görmezler...

Hatta çeşni olarak kabul ettikleri, mozaik olarak nitelendirdikleri bu unsurların; bir arada yaşaması ve sürekli canlı tutulması konusunda özel bir çaba gösterirler...

Hatta bazen, bu çabalarının dozunu kaçırıp, abarttıkları da olur.

Demokrasilerde; demokrasiye inanan inanmayan, demokrasi yanlısı olan olmayan, herkes oy kullanır, herkese oy kullandırılır...

Namuslular, namussuzlar, hortumcular, hırsızlar, sapıklar, bölücüler, okumuşlar, cahiller, akıllılar, deliler, bunaklar, 40 çocuklu Baki Ağalar, Apolar, Müslümanları domuz bağlarıyla boğan Hizbullahcılar, Hizbullahın Avukatlığını üslenen Recai Amcalar, Mezarcı Hasanlar, Ağzı Salyalı Şevki’ler...

Kısacası 18 yaşını bitiren ve insana benzeyen, insanı andıran herkes ama herkes oy kullanır..

… …

Bizim gibi az gelişmiş toplumların demokrasilerinde, halk; ‘kelle’ olarak değerlendirilir...

Bu tip demokrasilerde; okumuşla zır cahilin, namusluyla namussuzun, vatan severle vatan haininin oyları arasında; nitelik ve nicelik olarak, hiç fark yoktur...

Bütün oylar, ‘kelle’; bütün kelleler, ‘oy’ dur...

Devleti, devletin kurum ve kuruluşlarını yönetecek kişileri; işte bu ‘kelleler’, belirler...

Demokrasilerde, en çok oy alan düşüncenin; “en ideal ve en doğru düşünce olduğu” kabul edilir...

O nedenle, seçilmişler; çözüm üretemeyip, tıkandıkları zaman sık sık “Sine-i millete dönelim!...” gibi laflar ederler... (Ama nedense, bir türlü de dönmezler...)

Demokrasilerde, ‘en çok oyu alan ve seçilen’ kişi veya kişilere; “ülkenin, en zekisi, en iş bileni, en kafası çalışanı, en namuslusu, en yurtseveri” gözüyle bakılır... (İşin garibi; -zamanla- seçilmişlerin kendileri de, buna inanır ve yerlerinin doldurulamayacağını, sanmaya başlarlar.)

Bilenlerimize ve Demokrasi Ustalarımıza(!) göre; buna karşı çıkmak, bunun aksini düşünmek; suçtur, resmen demokrasi düşmanlığıdır. Çünkü bu siyasileri ve bu yöneticileri; Yüce Milletimizin (dört dörtlük bir eğitime(!), engin bir bilgi(!) birikimine, derin bir kültüre(!), müthiş bir zevke(!) sahip) bu kelleleri, belirlemiştir.

Özellikle bizim toplumumuzda; yüksek bir önsezi ve öngörüye sahip necip milletimizin; yöneticilerini seçme ve belirleme konusunda; hiç yanılmadığı ve yanılmayacağı, kanaati hakimdir.

Bütün bunlar bir yana; demokrasinin bir başka dinamiğine, bir başka kuralına göre de; “en...” olmaya aday veya (kazara) seçilmiş olup da sürekli “en...” olarak kalmak isteyen, bu muhterem(!) siyasiler ve de yeri doldurulmayacak(!) bu yöneticiler; oy ağacı olarak gördükleri bu kellelerin içerisinde; en cahil, en beyinsiz, kullanılmaya en yatkın avare takımıyla sürekli ilişki kurmak, onların olur olmaz her türlü isteğine ‘evet’ demek, yani onlara ‘sürekli yalakalık’ yapmak zorundadır.

İşte o nedenle; nerede seçim varsa; orada pislik vardır, orada ahlaksızlık, orada rezillik vardır, orada yolsuzluk, orada vurgun, orada suiistimal vardır.

Fransa Parlamentosu; işte o nedenle, Ermenilere boyun eğmiştir... (Ermeni Diasporasının güçlü olduğu diğer ülkelerde de, işte bu nedenle aynı şeyler olacaktır.)

Tüm yolsuzluklar, tüm hortumlamalar; işte bu nedenle (bugüne kadar) görmezden gelinmiştir...

Dinci terör ve irtica ve de bilumum hoca efendiler; işte bu nedenle palazlanıp, güçlenmiştir...

Başta Alanya olmak üzere, Ülkemizin tüm yerleşim birimlerindeki soysuz yapılaşmalara ve her türlü kentsel katliamlara; işte bu nedenle, göz yumulmuştur...

Denizlerimiz, göllerimiz ve nehirlerimiz işte bu nedenle fosseptik olarak kullanılmakta, ormanlarımız işte bu nedenle talan edilmektedir....

* * *

Bunlar, demokrasinin görülmeyen (daha doğrusu görülmek istenmeyen) diğer yüzüdür...

Ama her şeye karşın demokrasi, nadide bir çiçektir, bir güldür... Ama dikenli bir gül...

Hem de dikeni(!) bol bir gül...

Bu muhteşem kokunun, bu muhteşem renklerin, bu muhteşem estetiğin hatırına; ‘dikenlerine, sevenlerine ve öpenlerine(!)’ katlanmak zorunda olduğumuz, bir gül...