Ülkemizin sinema, tiyatro, edebiyat dünyasında uluslararası üne kavuşmuş değerlerimizi bir bir kaybediyoruz. Hadi diyelim ki, bu doğal bir süreç. Doğum gibi ölüm de gerçek. İnsanı üzen bu insanların arkasından konuşulanlar.
Bunlardan bir kaçı ile ilgili içimde ukde olanları kısa kısa da olsa yazmak istedim. Son olarak rahmetli Levent Kırca’nın arkasından konuşulanlar. İnsanların kendi dillerinden söylüyorum: Ne kadar güveniyorlar bu yalan dünyaya? Yüce Allah kendisini inkâr edenin bile rızkını verirken size ne oluyor? Hiç büyüğümüz kalmadı. Atatürk ve İnönü iki sarhoş. Levent Kırca sarhoş tiyatrocu vs.vs…
Kafaya bakar mısınız? Bunlar etnik ve dini kimlikleri kaşımadan önce, bizim evde Ahmet Kaya çalınırdı. Mahalle baskısıyla en azından fazla ayarı açık dinlemedik. Öyle bir değeri de Kürt diye ülkesinden sürdük. Yaban ellerde ve topraklarda kahrından öldürdük. Kimi vah!... dedi kimilerinin de –hiç inkar etmesinler-oh!...dediğini duyduk. Bu ayıp bize yeter.
Orhan Pamuk; romanlarını beğenirsiniz beğenmezsiniz. Dünyanın en prestijli Nobel ödülüne sahip bu ülkenin insanı. Hakkında neler yazdık, neler söylemedik ki?
En hazinlerinden birisi dev romancımız Yaşar Kemal. Nobel ödülüyle ilgili öyküsünü yakın arkadaşı Zülfü Livaneli’den dinleyelim:
“Yaşar Kemal Nobel ödülüne çok yaklaşmıştı. En güçlü aday olarak adı geçiyordu ve ödülü kazanmaması için hiçbir neden yoktu. Tam o sırada bazı Türkler ve Türkiyeli Kürtler devreye girerek Yaşar Kemal aleyhine bir dedikodu çarkı çevirdiler.
İsveç akademisine, Türk edebiyatını iyi bilmediklerini, aslında Yaşar Kemal’in Türkiye’de beşinci sınıf bir yazar olduğunu, sadece o çevrilmiş olduğu için ödülü ona vermenin haksızlık olacağını söylemişler.
Bu arada bazı Kürtler de Yaşar Kemal’in Kürt olduğu halde Türkçe yazmasının, Kürt kimliğini inkâr etme anlamına geldiğini öne süren bir kampanya başlattılar. Onlara göre Yaşar Kemal, Kürt halkının masallarını alıp Türklere mal etmekle görevli bir devlet yazarıydı.
Lars Gustafson adlı İsveçli romancı, Avusturya’da tanıştığı Diana Canetti adlı Türkiyeli bir yazarın Türkiye’de Yaşar Kemal’den daha ünlü olduğunu yazınca dayanamadım ve yazının yayınlandığı Expressen gazetesine bir açıklama gönderdim. Bu tartışmalar, zaten kıl payı dengeler üstünde duran İsveç akademisini ürküttü, Yaşar Kemal’e verecekleri ödülü ertelemeyi uygun görüp Patrick White’a verdiler.
Böylece “Türk Türk’ün kurdudur!” kuralı gereği, küçük kıskançlıklar ve çapsız hesaplar yüzünden Yaşar Kemal’in Nobel alması engellendi. Yalnız bu durumda bir öğe daha vardı. O da yalnız Türklerin değil, “Kürtlerin de Kürtlerin kurdu” olduğu gerçeğiydi.
Allah’ın aşkına şuna bakar mısınız? Kardeşim bizi bu şekilde bölenlerin ayıranların suratına “Hayır!...Yaşar Kemal hepimizindir. Türküyle Kürdüyle onun romanlarıyla büyüdük” diye haykırmıyorsunuz.
Ortaokulu bitirdiğim yıl İnce Memed’i okumuştum. Herkese de hava atıyordum. Şu kadar sayfalık romanı okudum bitirdim diye. Yatılı bir okulda, öğretmen okulu sıralarında hepimiz köy çocuğuyuz. Mütalaalarda bir köşeye çekilir Yaşar Kemal’in romanını taklit ederdik. Çünkü o karakterler hepimizin köyünde çevresinde vardı. Çünkü Yaşar Kemal hepimizden birer parçaydı.
Bu büyük insanın ölümünden sonra beni yaralayan bir sözü aktarayım. Hollanda’da bilmem ne üniversitesi İslam bilimleri fakültesi dekanı olduğunu söyleyen, muhtemelen Türkiye’de bir üniversiteden gitmiş zat-ı muhteremin açıklaması hala kalbimde hançer gibi duruyor.
Bilmem hatırlıyor musunuz? Bu zat şöyle diyordu: “Yaşar Kemal’in hayatına şöyle bir baktım. Allah rahmet etsin diyecek bir şey bulamadım.” Biçiminde çok aşağılık bir söz sarf ediyordu.
Ne diyelim. Allah’ın rahmetini başkalarından esirgeyen nasıl Müslüman olur?
Velhasıl öyle kutuplaşmışız ki, sporcusu da, sanatçısı da, edebiyatçısı da bizden ise aliyyül ala, bizden değilse tu kaka. Allah bize akıl ihsan etsin!...

(*) Girne Amerikan Üniversitesi Eğitim Fakültesi - KKTC