Müzikte birinci tercihim Türk sanat müziğidir elbette.

Ama, güzel olan her şey gibi, kulağıma güzel gelen, hele de “duygusal” her tür müziği severim.

Halk müziğini, batı müziğini, yerine göre arabeski…

Her türden pek çok sevdiğim parça vardır da, ille de Rodrigo’nun gitar konçertosu…Hayatımın şarkısı derim. Baştan ayağa duygu yüklenirim o muhteşem eseri dinlerken…

Bir de Portofino…

“I found my love in Portofino”…

Aşkımı Portofino’da buldum

Çünkü hâlâ hayallere inanıyorum

Kaderin garip oyunu

Portofino’da kalbimi aldı

Sabahın tatlı büyüsünde

Deniz seni bana getirdi

Gözlerimi hafifçe kapatıyorum

Ve yanımda

Portofino’da

Seni tekrar görüyorum.

*

Çorum’un efsane topluluğu Grup Buluşum sahnedeyse ve sevgili Levent de beni salonda görmüşse, dans müziğini Portofino ile açardı.

ÇORUM HABER’in Turban’daki bir gecesine ünlü Uğur Sezen Orkestrası’nı getirmiştim de, slow müzik sevenler, neredeyse sabaha kadar müziğe doymuşlardı.

Sonra, Çorum’un sanat yaşamında bir “Mümtaz İdil devri” başladı.

Kültür Bakanlığı’nda Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü ve Bakan’ın Basın Danışmanlığı gibi üst düzey görevlerde bulunmuş bir “kültür adamı”, gazeteci-yazar Mümtaz İdil, 1998 yılı sonunda Çorum’a Kültür Müdürü olarak sürülmüştü. Çorum’da ise o sırada, kültür ve sanata çok değer veren, gerçek bir “devletin valisi” vardı: Atıl Üzelgün…Ve yine toplumun her kesimiyle barışık kalmaya özen gösteren, herkesin sosyal, kültürel ve sanatsal eğilimine saygıda kusur etmeyen bir Belediye Başkanı: Prof.Dr. Arif Ersoy...

*

Mümtaz İdil döneminde Çorum, sanatta altın çağını yaşadı.

Saymakla bitmeyecek kadar “nitelikli” sanat organizasyonu gerçekleştirildi.

Üst düzey konserler, Çorum’da harika bir izleyici kitlesinin var olduğunu da ortaya çıkardı.

Çorum’un entelektüel çıtası inanılmaz yükseldi. Sanayileşme açısından “Anadolu Kaplanları” arasına adını yazdıran Çorum, yüksek sanat zevki ile bir kez daha “ayrıcalıklı” Anadolu kentlerinin başında yerini aldı.

Ben de kendi payıma, hem Çorum’un yükselen prestiji ile gururlandım, hem de nitelikli sanat açlığımı giderdim, doyuma ulaştım.

*

Yine o dönemlerde, bu köşede okurlarımla paylaştığım bir anekdot var:

Bir haber aldım ki, komşu Yozgat’ta festival düzenlenmesi kararlaştırılmış ve programda “eşek yarışı”na da yer verilmesi uygun görülmüş. Eşekleri ile meşhur Lök köyüne de, inceleme yapmak üzere bir heyet gönderilmiş.

O günlerde Çorum’da da, Şef Gürer Aykal yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Vivaldi’nin “Dört Mevsim”ini seslendiriyor.

Bu kadar olur da, komşu kente espriyle karışık hafifçe dokunma fırsatını kaçırır mıyım?

“Çorum’da Vivaldi, Yozgat’ta eşek yarışı!” diye yazdım.

Sonrasında da zaten, ısrarla yayın yaparak, Gürer Aykal, Mahfi Eğilmez ve Dr.Alaeddin Yavaşça’ya Belediye Meclisi tarafından “Çorum’un fahri hemşehriliği” unvanlarının verilmesine, karınca kararınca katkı sağladım.

Gürer Aykal’la da hâlâ görüşürüz.

*

Mümtaz İdil’in Kültür Müdürlüğü döneminde Çorum, medyanın sanat gündeminden ve Doğan Hızlan’ın yazılarından hiç düşmedi.

Sevgili Mümtaz, basın ve sanat dünyasında öyle seviliyordu ki, en ünlü sanatçıları ve en muhteşem konserleri, bir telefonuyla Çorum’a getirebiliyordu.

Tabii, kendisine bu anlamda her türlü fırsatı sağlayan, önünü açan da bir Çorum Valisi vardı.

O’nu kaybettiğimizi öğrendiğimde, ilk haber verdiğim kişilerden biri olan değerli dost Sayın Atıl Üzelgün, telefonda, “iyi bir beyin ve büyük bir değerdi” dedikten sonra şunları söyledi:

“Bana göre, Mümtaz İdil’in değeri Türkiye tarafından bilinmedi, ama kendisi de kendi değerini bilmedi. Kendine bakmadı. Bir bakıma kendi kendine etti.”

Bu değerlendirmeye aynen katılıyorum.

Benim de, “Sadece havayla, çayla ve tütünle nasıl yaşıyor bu adam?” diye çok şaşırdığım olmuştur.

Serçe kadar yemek yiyordu.

Sanatsal organizasyonlara kafa yormaktan, tercüme yapmaktan, yazmaktan başka şeye zaman ayıramıyordu. Hele de kendine ayıracak hiç vakti yoktu.

*

Yazılıkaya’yı yeniden çıkarmaya başlayacağımızı söylediğimde çok sevinmiş, “Her şeyimle varım” demişti.

Rahatsızlığı yeni değildi, ama artık iyice ağırlaştığını Tugay’dan öğrendiğimde, galiba bir hafta kadar önce telefonla aramıştım. Sesi inilti gibi geliyordu, konuşamıyordu. “İyi değilim abi” diyebildi sadece.

Daha fazla yormamak için şifa dileyip kapattım telefonu, ama sona yaklaştığımızın farkındaydım. Her an gelebilirdi acı haber.

Ve o da Tugay’dan geldi.

Telefonun öte ucunda ağlıyordu Tugay.

Benim de boğazım düğümleniverdi anında.

Ardından ağlanmayacak bir insan değildi ki Mümtaz…

Gerçekten, değeri tam olarak bilinemeyenlerdendi.

Gerçekten naif, gerçekten iyi, güzel, ince bir insandı.

Gerçekten, şövalye ruhlu bir sanat adamı, gerçekten iyi yazardı.

Benim için de gerçek bir dost...

Nur içinde yat Mümtaz’ım.

Seni unutmam ne mümkün!..