Cumhuriyet tarihi sanki darbeler, sanki darbe girişimleri ve de sanki askeri müdahaleler tarihi... 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz.
Buna bir de sıkıyönetim dönemlerini, "OHAL" dönemlerini, Çorum-Maraş-Sivas gibi büyük kitle katliamlarını, 40 yıldır devam eden çirkin savaşı da eklersek bu ülkenin korkusuz ve barış içinde yaşadığı bir gün yoktur diyebiliriz.
***
Peki, darbe halkın talebi midir? Hayır. Demokrasiye giden yol mudur? Hayır.
Çünkü bir NATO üyesi olan Türkiye'de darbe ve müdahale; Türkiye'nin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısının, Batı'ya entegrasyonu için başvurulan bir NATO projesidir.
Ama darbe ve müdahalenin gerekçesi, ülkeyi felaketten kurtarmak olarak sunulur ve de öyle sunulmuştur.
Bu süreçte farklı olan "15 Temmuz" darbe kalkışmasıdır. Çünkü tüm darbe ve müdahaleler, Cumhuriyeti bir tehlikeden kurtarmak iddiasıyla Kemalist bir etiketle yapılırken, 15 Temmuz kalkışması İslami bir etiketle yapılmıştır.
Elbette açık ifade edilmese de bu kalkışma için, toplumun hem sağında hem solunda önemli kuşkular vardır. Önemli bir kesimin kafasında sorular vardır.
Ama konumuz bu değildir. Konumuz; darbelerin, müdahalelerin ve darbe kalkışmalarının toplumda açtığı kalıcı yaralardır.
***
Çünkü:
-Her darbe, topluma büyük bir travma yaşatmış ve de büyük bir kin ve nefret birikimi yaratmıştır.
-Ve her darbe, zaten çok zayıf olan iç barışı tümüyle yok etmiş, toplumu susturur olmuş, telafisi çok zor olan büyük bir yarılma yaratmıştır.
Bu, 27 Mayıs'ta da böyle olmuştur. 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta da böyle olmuştur. Ve 15 Temmuz'da da böyle olmuştur.
Ve her darbede, ülke açık ve kapalı bir cezaevine dönüşmüş, toplum potansiyel bir suçlu olarak görülmüştür.
Yani ülke bir korku imparatorluğuna dönüştürülmüştür.
Daha da tehlikelisi, her darbede içten içe büyüyen bir öfkenin tohumu ekilmiştir.
***
Evet, aylardır gündemde olan 15 Temmuz, diğer darbelerden farklı demiştik.
Çünkü 15 Temmuz; "küresel bir proje" olan bir cemaatin, devleti ele geçirmek için çılgın ve kanlı bir kalkışması olmuştur.
O cemaat mensuplarıdır ki; onlara bir Mesih, bir Mehdi olarak sunulan birinin peşine takılır olmuşlardır.
Ve onlar; inancını ABD'nin ve Siyonizm'in hizmetine sunarak ülkesine, büyük bir felaket yaşatır ve daha da acı olanı, ailelerini büyük bir ateşin içine atar olmuşlardır.
İşte bugün; o cemaat, devlet aygıtından temizlenir ve cezaevlerine doldurulurken, özellikle aileler üzerinde tarifi zor olan bir korku, bir endişe, bir kin ve nefret yeşerir olmaktadır.
***
Zaten sorun da budur. Toplumda yeni bir kin ve nefret dalgasının yaratılmasıdır.
Çünkü böyle bir öfkenin yarattığı bir bölünme, bir iç barışın oluşmasını engellemenin de ötesinde emperyal güçlere, emperyal politikalara hizmet edecek olmasıdır. Ve de özellikle unutulmamalıdır ki:
Tüm darbe ve müdahalelerin ve de tüm kalkışmaların yok ettiği bedenlerin acısını, büyük ölçüde aileler yaşamıştır. Analar yaşamıştır ve de analar ağlamıştır.
Ve maalesef ülkeyi kurtarmak, ülkeye barış getirmek gibi sunulan bu yollarda barışın değil ama savaşa giden yolların taşları döşenir olmuştur.
Öyle ki, her darbe ya da muhtıra sonunda darbe ve müdahale günleri kutsanırken; cadde, sokak, meydan isimleri bile düzenlenirken yeni bir kin ve nefret tohumu ekilir olmuştur.
Oysaki kim ne derse desin, bu toplum birlikte yaşamak zorundadır. Bunun için, toplumun içinden atamayacağı yeni bir öfke ve intikam dalgası yaratılmamalıdır.