Çantamda geze, toza gazete eskidi, ama haber eskimedi.
Eskimez de…
“Darbe ve Suikast Hibeleri” Aydınlık, 01 Ağustos 2011…
Bugün yazarım, yarın yazarım derken haftalar su gibi aktı
geçti.
Emperyalizm, gündem belirlemede, kendi tertiplerine uygun
bir kamuoyu oluşturmada tavan yapmış durumdadır. Medya şırıngasıyla basıyor
uyuşturucuyu, basıyor yalan haberi… Toplum ise ne verirsen onu yutmak zorunda…
Bir tarafta uyuşturulmuş canlı bombalar, diğer tarafta "beyinleri
kefenlenmiş" milyonlar.
Türkiye’de kanla, irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’i
savunmak amacıyla yola çıkanlar ise gündem belirlemede artçı birlik benzerlik
göstermektedir. Somut şartların somut tahlili, demek ki devrim dalgası henüz
yükselişe geçmiş durumda değil. Olan ve olması gereken tartımında ahval ve
şerait bu merkezdedir. Türk milleti getirildiği uçurumun farkında değildir. Ona
bu tehlikeyi anlatacak ve onu baş düşman emperyalizme karşı birleştirmesi
gereken güçler de ne yazık ki tehlikeyi ve vahameti görmezden gelmektedir.
Anlaşılan odur ki, bugünkü şartların devamı halinde ödenecek bedel, maddi ve
manevi ölçekte giderek büyümektedir.
Biz gelelim, değişende değişmeyen verilerle zenginleşen
habere…
Dünya Bankası’nın resmi internet sitesinde bulunan “Amerika
ile net ikili yardım akışı” adlı dokümanda, çok dikkat çekici bir grafik
karşımıza çıkmaktadır. Bu grafikte, 1960 yılından 2009 yılına kadar geçen süre
içinde Türkiye ile ABD arasındaki yardım amaçlı para akışı gösterilmektedir.
Grafikte en dikkat çeken taraf ise Türk siyasi hayatının dönüm noktaları olan
tarihlerde ABD’den alınan parasal yardımların çok yüklü miktarda olmasıdır.
Grafikte, ABD’den alınan yardımları zirveye çıktığı tarihler
ise şöyle sıralanmaktadır:
1961, 1971-1972, 1980, 1982, 1991, 1993, 1995, ve 2003. En
çok yardım alınan tarih olarak 1982 yılı gözükmektedir. Bir diğer deyişle ABD’nin “Bizim çocuklar”
diye kıvandığı darbe sonrası kesenin ağzı açılmıştır.
İnternetten indirilen grafikte görülmesine karşın gazetenin
1960-1961’de yapılan ABD yardımlarını yorum dışı bırakmasının, tarihe bakış
açısı bağlamında objektiflik ölçütüyle bağdaşmadığının altını çizerek
sürdürelim yazımızı.
27 Mayıs 1960’a doğru…
ABD’den istediği kredi desteğini (Ağır sanayi ve silah
fabrikaları için) bulamayan Menderes hükümeti yeni seçenekler peşinde SSCB ile
görüşmeler yapmanın peşine düşmüştür. 1960 Ağustos’unda Menderes’in Rusya’ya
görüşmeye gitmesi planlanmıştır.
Dönemi. “Türkiye İktisadi Tarihi, 1908 – 1985” adlı
kitabında değerlendiren Korkut Boratav şöyle demektedir.
“Adnan Menderes’in muhalefete ve basına karşı hoşgörüsüz ve
acımasız tutumu, Türk devlet geleneğini alt üst eden davranışları, irticaa
ödünler vermesi vb gerçekler onun iktisadi kalkınma çabalarını, hangi bilgi ve
ortamda, ne gibi amaçlarla yürüttüğünü yansız bir gözle değerlendirmemize engel
olmamalıdır.”
Sözü Menderes’in maiyetinde çalışmış Ercüment Yavuzalp’e
bırakan Boratav, onun Menderes’le Anılar adlı kitabını kaynak göstererek konuya
açıklık getirmeye çalışmaktadır.
Yavuzalp, Menderes döneminde bilimsel ve rasyonel bir kalkınma
politikası izlemenin zorluğunu siyasi kadroların deneyimsizliğine, yetişmiş
eleman sıkıntısına ve demokrasi geleneğinin yetersizliğine bağlayarak şunları
anlatmaktadır.
“Bir yabancı yazarın eleştirileri üzerine Menderes, ‘Bu
yabancı, Türkiye’de bir fabrikanın fonksiyonu nedir bilmez. O bunu kendi tuzu
kuru ülkesindeki kriterlere göre değerlendirir. Biz fabrikadan, üretim yanında
başka fonksiyonlar da bekleriz. Türkiye’de bir yerde fabrika kurulması demek,
oraya okul, revir, doktor gitmesi demektir. Fötr şapkalı adam gitmesi, istihdam
yaratılması ve tarımın geliştirilmesi demektir. Bunları o adam bilmez ki… Ona
akıl hocalığı yapan benim adamım da bilmez ki…
Benim için mesele, şekerin sadece kilo başına maliyeti değildir. Ben
fabrikayı kurarken onun bu yan fonksiyonlarını da göz önünde tutmak
mecburiyetindeyim.”
Gereğinden fazla tekstil fabrikası açtığı eleştirilerine ise
Menderes şu yanıtı vermiştir.
“Çok fabrika yaptığımız söyleniyor. Yani fabrika yapmayıp da
hep pamuk ihracatçısı mı kalalım. Ne için pamuğu işleyip satmayayım? İhracat
niye yapmayayım? Farz edin ki ihraç etmedik, o zaman da bez yapar satarım. O da
olmadı, iplik yapar satarım. Hammadde satıcısı olmaktan daha iyi değil mi?”
ABD ise daha 1949’dan başlayarak hazırladığı raporlarda
Türkiye’yi dışa bağımlı bir ekonomi ve Açık Pazar yapmanın dayatmasındadır.
1949’da hazırlanan Barker Raporu iktidar değişikliği sonrası D.P.
yöneticilerine verilmiştir.
Raporda öncelik tarım sektörü olup sanayi yatırım alanları
şunlardır. Tuğlacılık, camcılık, dericilik, mobilyacılık, basit aşı ve serum
yapımcılığı, sabunculuk, çanak çömlekçilik vb. yatırım yapılmaması gereken
alanlar ise sizin de tahmin edeceğiniz gibi ağır makine ve metal işleme sanayi,
ağır kimya sanayi, selüloz ve kâğıt sanayidir.
Bu yatırımlar zaman içinde dış dayatmalara rağmen yapılmış
ancak 2003 sonrası AKP iktidarı tarafından babalar gibi satılmıştır.
1961 Sonrası:
Türkiye, 27 Mayıs 1960’dan sonra ABD tarafından parayı veren
düdüğü çalar durumuna düşmüş bir ekonomiyle cebelleşmiştir. Memur maaşlarını
verecek nakit bile yoktur.
Basından ABD yardım başlıkları…
5 Temmuz 1960
“Amerika dün 1 milyar lira hibede bulundu. Bu yıl 100 milyon
dolar yardım muhtemel.”
4 Ağustos 1960
“Amerika 34 milyon dolar hibe etti. Bunun 11 milyonu
akaryakıt, 6,9 milyonu çelik mamulleri ithalinde kullanılacak.”
25 Kasım 1960
“Avrupa İktisadi İşbirliği ve Para Fonu ile yapılan
müzakerelerin iki gün içinde neticeleneceği bildirildi.”
12 Ocak 1961
“Amerika bize 43 milyon dolar verdi. Bu yardım ithalat için
kullanılacak. 27 Mayıs’tan beri yapılan ithalat 279 milyon doları buluyor.”
16 Mart 1961
“ICA 90 milyon lira daha serbest bıraktı.”
19 Nisan 1961
“Amerika 1 milyar liralık yeni bir yardımda bulundu.
15 Ekim 1961
“Faure yardımı zaruri görüyor.”
Parayı veren elbette düdüğü çalacaktır. ABD parayı vermekte
biz de babalar gibi ithalat yapmaktayız.
Amerikalı ekonomi profesörü David A. Baldwin “Dış Yardım ve
Amerikan Dış Politikası” adlı kitabında şunları yazmaktadır.
“Dış yardım, dış politika kapsamı içinde ele alınmalıdır. Dış
yardım, devlet yönetiminin en önde gelen tekniklerindendir. Başka bir deyişle,
bu yolla bir ulus, öteki ulusları istediği yöne çekmeye çalışır. … Dış yardımın
bir başka amacı, dost hükümetlerin iktidarda kalmalarına yardımcı olmaktır.”
1971 – 1972 Dönemi:
Bu dönemden önce ABD’nin Türkiye’ye yardımı 100 milyon
doların altında seyrederken, 1971’in ortalarında bir anda tavan yapmış ve giren
para 165 milyon dolara yükselmiştir.
Bu tarihin 12 Mart 1971 muhtıra yaftalı ABD yanlısı darbenin
hemen sonrası olduğunu beraberce hatırlayalım.
1980 Dönemi:
1972 ile 1978 arasında para akışı tersine dönmüştür. Dünya
Bankası verilerine göre bu dönem aralığında Türkiye’den ABD’ye para akışı
vardır. Ancak, 1979 tarihinde Türkiye’den ABD’ye para akışı sona ermiş, bir
anda ABD’nin Türkiye’ye 265 milyon dolar kadar para aktardığı ortaya
çıkmıştır.
Burada “70 sent” edebiyatı, Turgut Özal’ın mimarı olduğu 24
Ocak 1980 kararları, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ekonomi yönetiminin Turgut
Özal tarafından sürdürülmesi hatırlanmalıdır.
(SÜRECEK)