12 Eylül davasında sona yaklaşılmıştır. 4 Nisan 2012 günü başlayan davanın 18 aydan sonra 18.duruşmasında, yani 25 Ekim günü savcı mütalaası okunmuştur.
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenmiştir.
Yani görünürde, ülkenin en korkulu dönemi bir ölçüde sorgulanır gibi olmuştur.
Buna rağmen bu ülkede, ne darbe korkusu aşılabilmiş ne de darbe konusunda anlaşılabilmiştir.
Çünkü bu ülkede sola karşı darbe, sağa göre değil; sağa karşı darbe, sola göre değildir.
Ve de ülkemizde darbe, ya devrim ya da karşı-devrim olarak nitelenmiştir.
Yani ileriye-geriye gidiş darbeye endekslenmiştir.
İşte bu nedenle bu toplumda, darbeci zihniyet asla yok olmamıştır.
***
Darbelerin asıl amacı, emperyal gücün ve ülkedeki işbirlikçilerinin ekonomik ve sosyal politikalarını inşa etmektir. Bu da Küresel Sermayeye hizmet demektir.
Çünkü bizim gibi ülkelerde, Küresel Sermayenin koruyucusu NATO'ya rağmen bir darbe yapılması mümkün değildir.
Nitekim Türkiye 1945'ten sonra Batı Bloku içinde yer almış, çok partili sisteme geçmiş, Batının ekonomik sistemine entegre olmayı hedeflemişti.
Ancak 1950'li yıllarda "Liberal Ekonomik Sistem"in temelleri atılırken, burjuva devlet sisteminin güdümlü de olsa inşa ettiği üst yapı dönüşümleri yapılmamıştı.
Bu durum ise halk hareketlerini tahrik edecek, "soğuk savaş" döneminde sosyal patlamaların ve sınıfsal uyanışın önünü açacaktı. Daha da önemlisi, bir komşu sosyalist ülke ve sosyalist bir blok vardı.
Yani güdümlü bir açılım yapılması gerekiyordu. Batı bunu, kapitalizmin yıllarca süren inşası sürecinde görmüştü. Nitekim bugün bile AB'nin uyarıları bu yöndedir.
27 Mayıs 1960 müdahalesi ve 1961 anayasası ile özgürlüklerin önü bir ölçüde açılmıştı. Liberal ekonomi yerleşmeye, devlet yeni sisteme göre kendini koruyacak kurumları oluşturmaya başlamıştı.
Yani devlet, 1950'de başlayan Batının bir parçası olma sürecine girmişti. Kapitalizm bu toplumda yeni yeni kendini gösterir, toplum kapitalizmle yeni yeni tanışır olmuştu. Emperyal sömürü yeni yeni görülür ve de hissedilir olmuştu. İşte 68 kuşağı; 1950'den itibaren geliştirilen bu oluşuma başkaldırmıştı.
***
68 kuşağının başlattığı "sosyal uyanış" sistemin tanıdığı sınırı aşmaya başlayınca, "12 Mart 1971 muhtırası" ile bir ölçüde imha edilmiş, kapitalist gelişmenin önü temizlenir olmuştu.
Ve emperyalizmin "Yeni Dünya Düzeni" olarak sunduğu "Küresel Sermaye"nin bir "Dünya Sistemi" olarak ortaya çıkması, bizim gibi ülkelerde engellerin tümüyle temizlenmesini gerektirir kılmıştı.
İşte "12 Eylül 1980 darbesi" bu görevi yapmıştır. Asker, ülkeyi kurtardığını sanmıştır. Oysaki Küresel sermayenin karşısındaki "sosyal uyanış" tümüyle bastırılmış, ekonomik ve sosyal politikalar yeniden düzenlenmiştir.
Ve ülke, toplumsal muhalefetin oluşmaması için etnik ve inanç kimlikleri üzerinden yarılmaya yönlendirilmiştir.
Yani bugün gelinen noktanın temelleri 12 Eylül'le atılır olmuştur.
28 Şubat 1997'de ise, kırdan kente göçle yükselen İslamcı refleksin Batı karşıtlığı kırılmış ve "Küresel Sermaye" denetimine tam olarak girilmiştir.
***
Ne yazık ki, bizim gibi ülkelerde; sağcılık-solculuk öyle bir noktaya getirilmiştir ki, hiçbir milli konu tartışılamamış, yeterli analizi yapılamamıştır.
Örneğin, ülkemizde askerin her müdahalesi Atatürkçülük adına yapılmıştır. Cumhuriyet ve Kemalizm yok ediliyor denilmiştir. Ama her müdahalede Batıya daha da teslim olunmuş, Kemalizm'in temel argümanı olan "anti-emperyalizm" ve "Tam Bağımsızlık" giderek eritilmiştir.
Ama bu oluşumu; darbeyi yaptıranlar görür, yapanlar göremez olmuştur.
Üstelik müdahale etmek için gerekli koşullar hazırlanırken ülke bir kan gölüne çevrilmiş; her müdahale sonu, ülke bir korku toplumuna dönüşmüştür.
Ve bugüne kadar darbelerin arkasındaki irade hiçbir zaman aranmamıştır.
Galiba 12 Eylül yargılamasının da sonucu böyle olacaktır. 96 ve 88 yaşındaki iki generale verilen sembolik cezalarla bu konu kapatılmış olacaktır.
Görülüyor ki, artık bu ülkede cesur bir siyasete, cesur bir yargıya ve her şeyden önce de cesur bir sivil topluma özellikle ihtiyaç vardır.