Dünü bilmeden günü anlamak ve yarına yönelik çıkarsamalarda
bulunmak tarihin doğasına aykırıdır. Eğer tarihe sebep sonuç ilişkisi
bağlamında bakabilirsek yakın ve uzak geleceğin pek de uzak olmayan formatlarda
okunduğunu görebiliriz. Biz de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’ten
günümüze Yıldırım Koç ile bir ufuk turu yapmaya çalıştık. Bu keyifli söyleşiyi
umarım sizler de keyifle okursunuz…
Soru: Osmanlı Devleti’nde ekonomik ve sosyal yapı hangi
aşamalardan geçmiştir? 13. yüzyıldan 19. yüzyıla Avrupa ile mukayeseli bir ufuk
turu yapar mısınız?
Yıldırım KOÇ: Osmanlı İmparatorluğu, insanlık tarihinin en
önemli devletlerinden biridir. Osmanlı’ya, kuruluş ve yükseliş dönemlerinde
merkezi feodal bir yapı hâkimdi. Ekonomik faaliyette tarım belirleyiciydi; ancak
merkezi devlet yapısının gereksinim duyduğu sanayi üretimi, kentlerde devletin
sıkı kontrolü altında loncalar eliyle gerçekleştiriliyordu. Tarımda ise tımar
sistemi hâkimdi. Doğrudan üretici olan reaya, devlete ait arazilerin
işletilmesi ve yönetilmesinden sorumlu tımarlı sipahiye emek-rant ve ürün-rant
biçiminde bir artık ürün aktarıyordu. Devlet, askeri genişlemeye, ganimete ve
imparatorluğu katılan yeni toprakların sağladığı vergiye dayanıyordu. Tımarlı
sipahi, reayadan aldığı artık ürünü, savaşta asker olarak merkezi devletin
emrine veriyordu. Diğer taraftan, devşirme sistemi de önemli kamu
görevlilerinin, özellikle Anadolu ile bağı olmayan ve gerektiğinde tüm malı
mülkü müsadere edilerek boynu vurulabilen kapıkullarından oluşmasını
sağlıyordu. Bu merkeziyetçi yapı, 16. yüzyılda çağın teknolojileri açısından
doğal sınırlarına ulaştı. Ayrıca Amerika kıtasının sömürülmeye başlamasının
ardından Avrupa’ya aktarılan büyük miktardaki altının yol açtığı fiyat devrimi
de dengeleri bozdu. Osmanlı devletinin, yarattığı iç ekonomik artığı yayılmacı
amaçlarla kullanarak daha büyük miktarlarda dış kaynağa el koyan sistemi
tıkandı. Merkezdeki hâkim sınıflar, azalan dış kaynağı telafi etmek için iç
sömürüyü yoğunlaştırdılar. Devletin yaklaşık son üç yüz yılı iç kaynakların
yağmalanması, isyanlar, tarımda ve sanayide gerilik koşullarında geçti.
Kapitalizm gelişemedi. Özellikle İngiltere’de 1780’lerde başlayan Sanayi
Devrimi sonrasında İngiltere ile 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Anlaşması
nedeniyle Osmanlı sanayi büyük darbe yedi. 19. yüzyılın ortalarında çöken
Osmanlı maliyesi dış borçlanmaya başladı. Dış borçlar da Osmanlı Devleti’nin
1880’lerde emperyalist güçlerin doğrudan denetimi altına girmesine neden oldu.
Batı Avrupa’da ise bu dönemde yerinden yönetimci (ademi
merkeziyetçi) feodalite hakimdi. Köylüler, “serf” statüsündeydi. Serfler,
toprak sahiplerine emek-rant ve ürün-rant biçiminde ekonomik artık aktarıyordu.
Şehirler ise feodallerin denetimi dışında yerlerdi. Buralarda üretim loncaların
denetiminde gerçekleştiriliyordu. Merkezi bir denetimden yoksun loncalarda
çeşitli nedenlerle yaşanan gelişme, ustaların kapitalistleşmesini ve çıraklarla
kalfaların işçileşmesini getirdi. Çözülen lonca ilişkileri, kapitalizmin
gelişmesine olanak sağladı. 14. ve 15. yüzyıllarda bazı Akdeniz kasabalarında
gelişmeye başlayan kapitalizm, 16. yüzyılda bazı ülkelerde hâkim üretim biçimi
oldu. Öncelikle İngiltere’de denizaşırı ülkelerle ticaret yapan büyük şirketler
oluştu. Ticari kapitalizmin (merkantilizmin) gelişmesiyle birlikte, ortaya
çıkan burjuvazinin siyasal iktidarı paylaşma talebi, 16. yüzyılın sonlarında
Hollanda’da, 1640 yılında İngiltere’de, 1789 yılında Fransa’da burjuva
demokratik devrimlere yol açtı. Kapitalizm, üretici güçleri hızla geliştirerek,
1780’lerden itibaren Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirdi. Gelişen kapitalizm,
1870’li yıllardan itibaren tekelci kapitalizm veya emperyalizm evresine geçti.
Emperyalist ülkeler 1870’lerden itibaren özellikle Afrika ve Asya’yı
paylaştılar.
G. ERYÜKSEL: 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin çöküşünün
hızlandığı bir dönemdir. Ne Tanzimat fermanı (1839), ne I. Meşrutiyet (1876) ve
Anayasa, ne de II. Meşrutiyet (1908) çöküşü engelleyememiştir. Bu dönemde
sosyoekonomik yapı nasıldır? Yapılan ıslahatlarla sosyoekonomik yapı nasıl bir
dönüşüm geçirmiştir?
Yıldırım KOÇ: Osmanlı Devleti 19. yüzyılda ve özellikle bu
yüzyılın ikinci yarısında can çekişti. Özellikle emperyalist güçlerin ülkedeki
azınlıkları tahrik ve teşvik ederek geliştirdikleri milliyetçi hareketler,
devleti daha da büyük zorluklara soktu. Osmanlı yöneticileri, “batılılaşma”
yoluyla sorunları aşmaya çalıştıkça, yarı-sömürgeleşme süreci daha da güçlendi.
Öncelikli sorunlardan biri, imparatorluğu oluşturan farklı etnisitelerden
çağdaş bir millet oluşturmaktı. Avrupa’da, İtalya ve Almanya’da bu dönemde
milli devletlerin kurulması ve diğer bazı gelişmeler, Osmanlı’daki
milliyetçilik akımlarını güçlendirmişti. Buna karşı önlem olarak 1. Meşrutiyet
sonrasında “Osmanlı” kimliği güçlendirilmeye çalışıldı. Ancak 1876 Anayasası ve
Meclis-i Mebusan, yarı-sömürge koşullarında bu bütünlüğü sağlayamadı, farklı
etnisiteler ve inançlardan insanları, “Osmanlı” kimliği altında
uluslaştıramadı. İkinci Abdülhamit, imparatorluğu oluşturan etnisite ve
milliyetlerin ayrılma eğilimini pan-İslamizmle önlemeye çalıştı. Bu politika
da, özellikle İngiltere’nin Arap halkları üzerindeki etkisi ve çağdışılığı
nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. 1908 yılında İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin mücadelesi sonucunda Meclis-i Mebusan’ın yeniden faaliyete geçmesi
ve Anayasa’nın uygulanması, Türkiye demokratik devriminde önemli bir aşamaydı;
ancak yarı-sömürge Osmanlı’da iktisadi bağımsızlığı sağlayacak girişimlerin
hayata geçirilmesi mümkün olmadı. İttihat ve Terakki, ülkede milli iktisat
politikası uygulamaya çalıştı; ancak bundan da yeterli bir sonuç elde
edilemedi. Ülke, emperyalist şirketlerin sömürüsünden ve emperyalist
devletlerin hâkimiyetinden kurtulamadı. İttihat ve Terakki, özellikle Balkan
Savaşları’ndaki yenilgi sürecinde Pan-Türkizm’e yöneldi; Türk milliyetçiliğini,
soy birliği temelinde geliştirmeye çalıştı. Bu girişim de başarısızlıkla
sonuçlandı.
G. ERYÜKSEL: Türkiye, Kurtuluş Savaşı dönemine gelindiğinde
sosyoekonomik yapı nasıldır? Kemalist Devrim’in sosyal dayanağı hangi sosyal
güçlerdir?
Yıldırım KOÇ: Kurtuluş Savaşı’mız anti-emperyalist bir
mücadeleydi. Halkımız, Mustafa Kemal Paşa’nın ve onun doğrudan etkisi altındaki
kesimlerin önderliğinde, örneği insanlık tarihinde az görülmüş bir mucize
gerçekleştirdi. Ülkenin en verimli bölgelerinin düşman işgali altında bulunduğu
koşullarda, Anadolu’nun tüm olanakları seferber edilerek bir savaş kazanıldı.
Bu süreçte yalnızca Sovyet Rusya’dan önemli miktarda yardım alındı. Hindistan
Müslümanlarının desteği de yarar sağladı. Bu dönemde Anadolu insanı, çok geri teknolojiler
kullanılarak tarımsal üretim gerçekleştiriyordu. Öküz, karasaban ve kağnı,
insanların yaşamını sürdürmesini sağlamanın ötesinde, saldırganlara karşı
gerekli ekonomik olanakları da yarattı. Halkın direniş ruhunu canlandıran,
güçlendiren ve yöneten ise, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarıydı.
(SÜRECEK)