G. ERYÜKSEL: 1923’den sonra Kemalist Devrim sürecinde Türkiye ve dünya dengelerini nasıl değerlendirmeliyiz?

Yıldırım KOÇ: Kuruluş, kurtuluştan daha da zordu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Osmanlı’dan devraldığı miras, milletleşememiş etnisiteler, son derece geri teknolojiyle üretim yapan tarım sektörü, kendi içinde kapalı köy yapısı, yetersiz ulaştırma, olmayan sanayi, emperyalistlerin hâkimiyeti altında bir ekonomik yapıydı. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Osmanlı’nın küllerinden bir millet ve devlet inşasına giriştiler. Dış kaynak çok az kullanıldı. 1929 Dünya Buhranı, ekonomik kalkınma sürecine büyük zarar verdi. Bu yokluklar ve sıkıntılar ortamında ekonomik altyapı güçlendirildi ve bu topraklarda çağdaş Türk ulusunun yaratılması doğrultusunda önemli adımlar atıldı. Atatürk, Pan-Türkizmi de reddederek, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı Türk milletidir” anlayışıyla farklı etnisiteleri birleştirmeye, ümmet kimliği yerine ulusal kimliği yerleştirmeye çalıştı. Bu amaçla da planlı bir devletçilik uygulaması geliştirdi. Atatürk’ün en büyük katkılarından biri, insanları kulluktan kurtarması, yurttaşlık bilincini geliştirmesidir. Padişahın, halifenin, tarikatların, aşiretlerin, toprak ağalarının kulu olan insan yerine, hakları olan ve haklarını bilip talep eden, kişiliği gelişmiş yurttaşlar yetiştirildi. Türkiye, demokratik devrimde önemli adımlar attı. Dünyada faşizmin hızla yayıldığı bir dönemde, Türkiye, demokrasinin ve sanayinin altyapısını oluşturan bir ülke konumundaydı.  

G. ERYÜKSEL: Kemalist Devrim’in geriye dönüşü ve karşıdevrimin tırmanmasını hangi sosyoekonomik şartlar hazırlamıştır?

Yıldırım KOÇ: Atatürk’ün elindeki ekonomik, siyasal, kültürel ve teknolojik olanaklar son derece sınırlıydı. Buna karşın ulusun oluşumunda, bağımsız bir devletin ekonomik altyapısının hazırlanmasında ve yeni bir devletin inşasında büyük başarılar elde edildi. Ancak demokratik devrimde ulaşılan düzey, toprak ağalarının, aşiret reislerinin ve tarikat şeyhlerinin etkisini tümüyle ortadan kaldırabilmede yetersiz kaldı. 1945-46 yıllarında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den istekleri, ABD’nin Türkiye’ye yönelik oyunları ve Türkiye’de sermaye birikiminin ulaştığı yeni düzey, “demokratikleşme” adı altında Türkiye’de karşıdevrimin tırmanmasını getirdi. Bu yıllarda dünya kapitalizmin Altın Çağ adı verilen ekonomik büyüme dönemini yaşıyordu. ABD emperyalizmi, Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne karşı bir ileri karakol olarak kullanmak istediğinde, ekonomik büyümenin sağladığı olanakların bir bölümünü Türkiye’ye aktardı. Karşıdevrim güçlenir, Türkiye bağımsızlığını yitirir ve yeni-sömürgeleşirken, halkın hayat seviyesinde önemli yükselmeler sağlandı. Böylece, karşıdevrim ve refah birlikte gelişti. 

G. ERYÜKSEL: Bugüne geldiğimizde Türkiye’yi Ortadoğu ve dünya dengeleri içinde değerlendirirsek nasıl bir süreçle yüzleşiriz?

Yıldırım KOÇ: Günümüzde çok-kutuplu bir dünya söz konusudur. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında ABD’nin dünya hâkimiyetinin kurulduğu sanılmıştı. Daha sonraki yıllarda yaşanan gelişmelerle bu görünüm sona erdi. Avrupa Birliği günümüzde pek başarılı olamasa da, alternatif bir güç odağı olma çabası içindedir. Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan bir tarafta, Latin Amerika’daki bazı ülkeler diğer tarafta, küresel güç odağı olmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, ABD emperyalizmi, 1990’lı yılların başlarında formüle ettiği Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirmede önemli zorluklarla karşılaşmakta ve bu konuda Türkiye’yi kullanma çabalarını yoğunlaştırmaktadır. AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin çeşitli alanlarındaki devlet politikaları ile hükümet politikaları çelişmiştir. Günümüzde de böyle bir çelişki ön plandadır. Bir taraftan Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasını, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’yle uyumlu biçimde geliştirmeye çalışan ve ara sıra kamuoyuna yönelik jestler yapan AKP, diğer yanda, Kemalist Türkiye’nin bağımsız dış politikasını yeniden uygulamaya sokmak isteyen kesimler vardır. Türkiye’nin geleceğinin belirlenmesinde bu iki çelişik politikadan hangisinin hâkim kılınacağı önemli bir etmen olacaktır.

G. ERYÜKSEL: Türkiye hangi sosyoekonomik yapının öncülüğünde bu süreçten çıkabilir? 

Yıldırım KOÇ: Türkiye ancak bağımsızlıkçı, Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüz sınırları içindeki üniter devlet yapısının korunduğu, ayrılıkçı ve bölücü akımların ezilerek ulusumuzun bütünlüğünün sağlandığı, demokratik biçimde hazırlanmış bir plan çerçevesinde işleyen, kamunun önemli görevler üstlendiği, ülkede yaratılan değeri eşitlikçi bir anlayışla ve sosyal devlet uygulamaları çerçevesinde bölüştüren bir ekonomik yapı temelinde, laik ve demokratik bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürebilir… Bu mevziinin korunmasında çıkarı olanlar, öncelikli olarak işçiler, memurlar, emekliler, işsizler, kentlerdeki küçük esnaf-sanatkâr ve köylerdeki küçük üreticilerimizdir. Ayrıca vatansever sanayiciler, tüccarlar, bankacılar, zengin çiftçiler ve diğer kesimler de bu ittifaka dâhildir. Karşıda ise emperyalistler ve onların ülkemizdeki işbirlikçileri vardır.

G. ERYÜKSEL: Teşekkürler… Keyifli bir söyleşi oldu…

Yıldırım KOÇ: Ben teşekkür ederim…