28 Şubat 2011 günlü "Cumartesi annelerinden General eşlerine..." başlıklı yazımı güncelleyip, konuya bir kez daha değinelim dedik. Ve de annelerin acısını, bir kez daha birlikte yaşayalım dedik.
Çünkü bu ülkede, Cumartesi anneleri ağlamıştı yıllarca... Cuma anneleri ağlamıştı... General eşleri ağlamıştı...
"Beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama..."
Diyordu, cezaevinin yetiştirdiği şairlerimizden Nevzat Çelik. 12 Eylül darbesinin ilk idam ettiği Necdet Adalı için yazdığı şiirinde böyle diyordu.
Ne demişti atalarımız?
"Ağlarsa anam ağlar, gayrisi yalan ağlar."
Elbette bu söz babalara kahretmek için söylenmemişti. Ama bu analık duygusu var ya... Bu duygu, işte bu duygu tarif edilemezdi.
Ne yazık ki; anaların çığlıkları hiç mi hiç dinlenmedi, hiç mi hiç duyulmadı.
* * *
Ne diyordu Cumartesi anneleri?
Bana oğlumun, eşimin dirisini ver. Dirisini veremiyorsan ölüsünü ver. Ölüsünü veremiyorsan birkaç kemiğini ver.
İstediği tek şey elindeki karanfili bırakacağı bir mezardı. Ama dinlenmedi Cumartesi anneleri. Ya görmezden gelindi ya suçlandı ya da üzerlerinde şiddet kullanıldı.
Her Cumartesi İstanbul'da Galatasaray Lisesi önünde yaptıkları oturma eylemi, 27 Mayıs 1995'te başlamıştı. Ancak 2011 yılında, yani 16 yıl sonra 306'ncı oturma eyleminde devletle görüşülebilmişti.
O gün Berfo ana, 31 yıldır evinin kapısını açık tuttuğunu söylemişti Başbakan Erdoğan'a.
Oğlu Cemil gelirse girsin diye...
Sonuçta 33 yıl bekledi ve 21 Şubat 2013 günü 105 yaşında öldü Berfo ana. Ama oğlunun ne dirisi verilmişti, ne ölüsü, ne de kemikleri.
Ve de gün, 25 Ekim 2014 Cumartesi... Yani 500'üncü oturma eyleminin yapıldığı gün.
Yine Cumartesi anneleri beklemekte... Yine Cumartesi anneleri ağlamakta...
Ne diyordu Cuma anneleri?
Davul-zurnayla askere gönderdiğim çocuğum sağ salim evine dönsün, durdurun bu savaşı. Bitirin bu pis savaşı...
Analar ağlamasın, mezar başında ağıt yakmasın diyorlardı.
Ama o gün, onların da çığlıkları duyulmamıştı.
1984’den bugüne; 7 bin şehit annesi 7 bin mezar başında, her Cuma gözyaşı dökmüştü, her Cuma gözyaşı dökmekte.
Ve general eşleri...
Onlar da anne... General çocuklarının anneleri... O gün eşleri içeride idi. 3 yıl, 4 yıl, 5 yıl... Darbe iddiası sanıkları olarak... Onları da harekete geçiren ana yüreği idi. "Vardiya bizde" demişlerdi. Anıtkabir'e yürümüşler, Atatürk'e şikâyet etmişlerdi, adalet istiyoruz diye.
* * *
Yani Cumartesi anneleri ağlamıştı, Cuma anneleri ağlamıştı, general eşleri ağlamıştı.
Gönül isterdi ki; Cumartesi anneleri, Cuma anneleri, general eşleri birbirlerini anlamış olsunlar. Çığlıkların ortak olduğunu görsünler. Bu çığlıklar birleşsin, bir sivil güç oluştursun.
Ve de gönül isterdi ki; tabanı çok geniş olan bu güç, toplumsal barışın itici gücü olsun.
Çünkü bu ülkede, toplumsal barış oluşmadı. Bu ülkede, devlet halkıyla barış içinde buluşmadı.
Bu ülkeyi yönetenler, valisinden bakanına kadar, halkının içine bir koruma ordusuyla çıktılar. Recep Yazıcıoğlu gibi devlet korkusunu yıkmaya çalışan bir vali bile çıkmadı bu ülkede.
Bu ülkede, emek mücadelesi verenler devlet düşmanı görüldü. Üzerlerine biber gazıyla, copla, şiddetle yüründü.
Bu ülkede, namaz kılanlar şeriatçı, içki içenler din düşmanı gibi algılandı. Muhafazakâr kesimle laik kesim karşı karşıya getirilmeye çalışıldı.
Alevi Sünni'ye, Sünni Alevi'ye düşman edildi. Etnik farklılıklara, inanç farklılıklarına hoşgörüyle bakılmadı bu ülkede.
Bu ülkenin şairleri, yazarları bile cezaevinde yetişti. Yazan, çizen ve de düşünenler, potansiyel suçlu görüldü.
Dileğimiz, artık bunların yok edilmesidir.
Belki, belki de Cumartesi annelerinin, Cuma annelerinin çığlıkları demokratik bir güç birliğine dönüşür de toplumsal barışın oluşmasında bir dinamo olur ve de olmalıdır.
Evet, başka ne denilebilir ki?