Yıllar yılı övünüp durduk:

Çorum, “Hitit uygarlığının başkenti” dedik, UNESCO’nun “Dünya Kültür Mirası” listesindeki Hattuşa’sıyla, Alacahöyük’ü ve Şapinuva’sıyla yakın gelecekte kültür turizminin önemli merkezlerinden biri olmaya aday olduğunu söyledik.

Son olarak Çorum Müzesi, Avrupa’da “yılın müzesi” seçimine aday gösterildi.

Üzerinde oturduğu tarih hazinelerinin yanısıra, zengin halk kültürü birikimiyle ve son yıllardaki çağdaş sanat açılımlarıyla da Çorum, giderek bölgesel bir “kültür-sanat merkezi” kimliğini kazanmaya başlamıştı.

Anadolu mozaiğini yansıtan demografik yapısıyla, aynı ölçekteki hiçbir kentte görülemeyecek derecede canlı bir sosyal yaşama, eğlence yaşamına sahipti. 

Ve Anadolu bozkırında, insanlarının girişimciliği ve özverisi sayesinde ciddi bir sanayileşme hamlesini başlatmış, “Anadolu Kaplanları” arasına adını yazdırmış, ekonomistlerin “Kalkınmada Çorum Modeli” şeklinde araştırmalarına konu olmuş, kimilerince de “KOBİ Başkenti” diye tanımlanmıştı. 

Evet, kırsal kesimden göç veriyordu Çorum, il nüfusu geriliyordu; ama il merkezinin nüfusu düzenli biçimde artıyordu. Kentin 212 bini aşan nüfusu, ekonominin, iş olanaklarının en azından göreceli olarak “iyi” sayılabileceğinin kanıtıydı.

Peki şimdi, böylesine olumlu özelliklere, avantajlara sahip Çorum’un imajını belirleyen unsur ne?

Ne yazık ki, taciz, tecavüz, ensest ilişki, hatta ölü sevicilik gibi sapkınlıklarla medyanın gündeminde yer alır oldu Çorum.

İnek karşılığı satılan 12 yaşında kızlar, hamile kalmış küçük kadınlar, daha kendisi çocuk anneler…

Ne insanlığa, ne dine-imana, ne insafa-vicdana sığabilecek çirkinlikler…

Ve yazılı basında çarşaf çarşaf, ekranlarda dolu dolu Çorum’dan utanç manzaraları…

Çorumlu böyle bir zillete müstahak değil!..

Bir avuç sapık ya da tinerci gibi nitelemelerle gerçeklerden kaçamayacağımız, olayı masaya yatırmak ve sosyolojik boyutlarıyla irdelemek zorunda olduğumuz açık.

Hangi etkenlerdir, hangi ruh halidir, hangi açlık duygusudur, bir takım insanları küçük yaştaki kız ya da erkek çocuklarını tacize, zayıf anını yakaladığı savunmasız kadınlara, genç kızlara tecavüze yönelten?

Cehaletin hangi mertebesidir 12 yaşındaki kız çocuğunu inek karşılığı kocaya satmayı olağan gösteren?

Aile terbiyesinde mi, eğitimde mi eksiklik, yoksa baskı altında grizu birikimine dönüşmüş cinsel dürtülerin, sapkınlık şeklinde patlaması mı?

Son zamanlarda öylesine çirkin hadiseler yaşandı ki, Çorumlular büyük utanç duymaya ve öfkeyle, “Yüzümüz kızarıyor, ne yapılması gerekiyorsa yapılsın artık!” diye feryat etmeye başladılar.

İşte bu noktada, Çorum yargısının yüz kızartıcı suçlarla ilgili “caydırıcı” nitelikte ağır mahkumiyet kararları, bir nebze olsun insanların içine su serpmeye ve umutları yeşertmeye başladı.

Bir tacizin bedelinin “zindanda yaşlanmak” olduğunu, daha doğrusu pabucun pahalı olduğunu gören bu tip suçlara eğilimlilerin, hayvani duygularını frenlemeyi öğrenecekleri umudu doğdu.

Ne var ki, ağır cezai yaptırımların, bu gibi sapkınlıkların önüne geçilmesi bakımından tek başına yeterli olamadığı gerçeğinin de herkes farkında.

Sivrisinekle mücadeleden daha önemlisi ve önceliklisi bataklığı kurutmaktır. Onun için de, bilimsel olarak işin psikolojisini, sosyolojisini, toplumsal faktörlerini mercek altına almak gerekir.

Sanayileşme atılımıyla, sosyal, kültürel, sanatsal gelişimi ile gündemde yer bulması gereken Çorum’un talihsiz biçimde 3. sayfa haberlerine mahkum olmasının önüne geçmek için, her bir Çorumlu’nun da azami duyarlılığı gösterme zorunluluğu vardır.

Bir tarihte Manavgat’ta patlayan bomba, sözbirliği eden Antalyalı meslektaşlarımız tarafından “tüp patlaması” olarak yansıtılmıştı, sırf terör korkusuyla turistler kaçmasın diye…

Çorumlu gazetecilerin de, Çorum’a karşı böyle bir sorumlulukları yok mudur?

Ya da “Çorum nereye gidiyor?” başlığı altındaki değerlendirmelerin işaret ettiği “duraklama dönemi” ahlâkî bozulmalarda bir etken midir?

Bunları da konuşmak, her şeyi ama her şeyi tartışmak, bu tartışmalardan Çorum için doğru sonuçları ve önlemler paketini, yol haritasını ortaya çıkarmak zorundayız.

Kadın-erkek ilişkilerinde en uygar yaklaşım; her alanda hayatı paylaşma anlayışı, gençlere hoşgörü…Ama tacize, tecavüze, zorbalığa, sapıklığa, cehalete müsamahasız bir karşı duruş.

İhtiyacımız olan galiba budur.