Sahipsiz cenaze…

“Kuru Fasulye ve Pilav” adlı yazımda Çorum’da dostlardan dinlediğim bir nükteyi yazmıştım. Sırada bir başka nükte var… Aslında garip bir şaka bu…
Yaptıkları garip şakalarla kendi aralarında eğlenen dört kafadar o sabah oturmuş “Bugün ne yapsak?” diye düşünmektedirler.
Biri gözlerinde ışıklarla “Buldum…” der, “Sal taşıyalım…”
Mahallenin camiine giderek tabutu alırlar. İçine iki tane hayli büyük taş yerleştirip örtüsünü örterler. Artık iş tabutu omuzlamaya gelmiştir.
Tabutu omuzlayan dört kafadar yüzlerinde üzgün bir ifadeyle ara sokaklardan ana caddeye çıkarlar.
Dört kişinin taşıdığı tabutu gören insanlar, “Vah garibime, cemaati de yok!” diyerek tabuta omuz verirler. Durumu gören esnaf dükkânını bırakarak koşar. Daha yüz metre gitmeden hayli cemaat birikmiştir. Bizim dört kafadar ise tabutu toplanan cemaate bırakıp kaldırımdan yürümeye devam ederler.
Cenazeyi şehrin tek cenaze camisi olan Ulu Cami’ye getiren cemaat, tabutu musalla taşına koyduktan sonra bir Fatiha okuyarak dağılır.
Öğle ezanı yaklaşınca Cami’ye gelen Hoca bekleyen cenazeyi görür ve tahtaya bakar. Ölenin kim olduğuna dair bir yazı ve bilgi yoktur. Avluya bakınır. Cenazenin yakınları var mı, diye… Avlu boştur. “Namaz için yakınları gelir…” diye düşünerek öğle namazını kıldırmak için camiye girer.
Namaz bitiminde cenaze namazı için musallaya geldiğinde camiden çıkan cemaat de avluda birikmektedir.
Hoca biriken cemaate seslenir, “Ey cemaat-i müslimin, mevtanın yakınları burada mı?”
Cemaatten ses çıkmaz. Hoca meraklanır… Musallaya yaklaşıp tabutun örtüsünü kaldırarak kapağın arasından bakar. Tabutta mevta yerine iki koca taş durmaktadır.
Bu garip şakayı ihtimal İsmail Özkahraman ağabeyimden dinlemiştim. Kendisini bir kez daha saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum.