Bundan 2,5 ay önce konu ile ilgili bazı bilgileri saygıdeğer okuyucularımızın bilgilerine arzetmiştim. Geçen zaman içerisinde yeni bilgiler ve görüşler ışığında ortaya çıkan olaylar nedeni ile konu ile ilgili bilgi ve düşüncelerimi sizlere sunuyorum. Umarım yararlı olur...

Bugün küresel anlamda insanlığı tehdit eden, dünya yüzeyinde mevcut ikiyüze yakın devlet halklarını etkisi altına alan virüs olayı, bir asırda belki iki asırda bir ortaya çıkan korkunç olaylardan birisidir. Bu acımasız hadisenin boyutlarını ve etkisini bilmemiz bakımından bir hatırlarsak; Covid19 olayı hiçbir ölçü ve sınır tanımıyor. İnsanları zengin, fakir, ağa, paşa, kral, köle demiyor, ayırmıyor. Bütün teknolojik nükleer silahlara meydan okuyor. İnsanları prangasız mahkumlar haline getiriyor. Yüzbinlerce can alıyor. Devletlere tabut ithal ettiriyor. Trilyonlarca dolar ekonomik zararlar veriyor. Fertleri, aileleri, hükümsüz mahkumlar olarak evlere hapsediyor. Sevdalı aşıkları, mis kokan evlat ve torunları, canciğer dostları, ayakları öpülesi anne-babaları ve daha nicelerini sosyal mesafelerle sınırlandırarak onların konuşmalarını, koklaşmalarını engelliyor.

Öyle bir bela ki, insanı ölüsüne bile bakıtmıyor. Yani insanlığı işinden, aşından, eşinden mahrum ediyor. Nedir bunun cürümü, kapladığı alan. 83 milyon virüs bir cm yer kaplamıyormuş. Nedir bunun cürümü. 7 milyar insanı köle ediyor. Canını, malını, hürriyetini elinden alıyor. Tam anlamı ile global bir bela, korkunç bir musibettir.

Bu bulaşıcı pandeminin gücü bu. Peki, sebebi nedir? Neden şimdiye kadar çıkmadı da şimdi dünyayı istila etti? Tabiatta milyonlarca faydalı ve zararlı virüün olduğunu bilim adamları söylüyor. Kainattaki bütün faydalı yaratıkların, zararlı cinsleri ile mücadele halinde olduğu malumdur. Birisinin varlığı diğerinin yaşama sebebidir. Vahşi doğaya baktığımızda belgesellerde bunu görebiliyoruz. Doğada her varlık yaratılıştan dengeli ve ölçülü. Bunlar ilahi kanunlardır. Bilim insanları bunu fiziki değişmez bilimsel kanunlar diyorlar.

Bugün adına Koronavirüs-pandemi bulaşıcı varlık denen olayın sebebi; ölçülü ve dengeli yaratılan doğanın bu düzeninin bozulması, daha doğrusu insanların hırs ve tamahı nedeni ile bozmaları sonucudur. Çünkü, tam bir adalet, eşitlik üzerine yaratılan ve insanlığın hizmetine sunulan tabiat sayısız nimetleri içinde barındırıyor. Bu nimetlerin arasına Kur’an’ın tabiriyle Gıst (gerçek adalet ölçüsü) ile dengelenmiştir. Bu dengeleri ne yazık ki insanlar bozuyor ve kendi bindiği dalı kesiyor.

Netice bellidir. Bugün bu gerçeğin üzerinde bütün bilim adamları yüzde 99.9 ittifak halindedirler. Hazırlanan bilimsel global raporlar bunu gösteriyor. Sonrası da erişilmez bir hızla gelişen teknoloji ve hele de iletişim q, sanayi kuruluşlarının doğaya saldığı duman, karbondioksit –zehirli gazlar- biyolojik ve kimyasal salgılar ve atıklar, nükleer silahların tesiri, radyasyon belası, bütün bu dengelerin bozulmasının ana nedeni ve doğanın baş düşmanıdır.

Çevrenin, suyun, havanın kirlenmesi, toprağın zehirlenmesi bu belanın sebepleridir. Sebeplerin sebebi ise insanlardır. Toplumlardır. Devletlerdir. Özellikle de süper güç dediğimiz yüksek teknolojiye sahip devletlerdir, ABD gibi... Bugün bu belanın zulmünden kurtulmak için bütün devletler çaba sarfediyorlar. Yangını söndürmeye çalışıyorlar. Doğrudur. Esas mesele sinekleri öldürmek değil, bataklığı kurutmaktır. Yaşadığımız bölge için tarihte görülmüş değil. Hava sıcaklığı 40 dereceyi aşmış. Allah korusun bunun sonucu doğanın kasıp kavrulması, ormanların yanmasıdır. 50 senede yetişen ve insanlığa oksijen vererek hayat sunan o güzelim ağaçlar kısa zamanda yok olmaktadır. Sebep, küresel ısınma, onun sebebi havaya salınan aşırı gazlar, karbondioksit vs.dir.

Atmosferin bir derece ısınması milyonlarca buzulun erimesine neden oluyormuş. Bunun sebebi aşırı ısınmadır. Gelişen teknolojiyi durdurmak mümkün değildir. Doğru da değildir. Ama zararlarını önlemek şarttır. Mevlana’nın dediği gibi; tıka-basa yemekle mideyi doldurmak ölüm sebebidir. Öyle ise bu yemeğe nimet denmez. Ya, illa ölçülü yemek gerekir.

Bela ve musibetlerin fiziki ve maddi sebepleri olduğu gibi manevi bilinen ve bilinmeyen nedenleri de vardır. Sosyal ve toplumsal yaşamı dizayn eden ahlaki kurallar, dini emir ve tavsiyelerin de dejenere olması sosyal huzurun düşmanıdır. Sosyal musibetlerin ana sebebi, hak ve adalet ölçülerinin çiğnenmesidir. Kul haklarının yenmesidir. Bu ise, bir ahlak sorunudur. Bir dini inanışın gereğidir. Din ve ahlak ferdin, ailenin, toplumun ve toplumların dünya ve ahiret mutluluğu için kainatın sahibi, maliki, yaratıcısı ve yaşatıcısı olan ulu Allah tarafından vaz edilmiş, ortaya konmuş esaslardır. Bunların dejenerasyonu da toplum huzurunun dinamiti demektir.

Neticede; “Arı sokar kendi ölür. Herkes ettiğini ulur” özlü deyimiyle kendi belamızı kendimiz hazırlıyoruz. Genel anlamda Kur’an’ın insanlığa sunduğu hayat dolu mesajlarına baktığımızda bunu net olarak görebiliyoruz.

Ulu Allah ölçüleri, dengeleri koruyan, hak ve adaletten ayrılmayan hiçbir şahsa ve topluma bela vermez. “Kula bela gelmez hak yazmayınca, Allah bela yazmaz kul azmayınca.”

“Hak kulundan intikamın yine kul ile alır. Bilmeyen ilmü ledünni onu kul yaptı sanır” demiştir atalarımız. Bindiği dalı kesen insanın düşeceğinde şüphe yoktur. Eden bulur, inleyen ölür.

*

Konuyu yüce Allah’ın uyarıcı öğüt ve emirleri ile bağlayalım:

Ulu Allah Rum suresi 41. aytte, dünyanın fiziki ve sosyal yaratılış yapı dengelerini bozanlar için; “Yaptıklarınızın bir kısmının acısını Allah kendilerine tattırsın diye insanların kendi elleri ile kazandıkları kötü işler yüzünden denizde, karada, fesat-bozgunculuk ortaya çıktı. Umulur ki, onlar -insanlar- yaptıklarından pişman olup vazgeçerler ve hakka dönerler” buyurmuştur.

Bu ayette yaratılış dengelerini bozanların, dengelerin bozulması ile ortaya çıkacak felaketleri haber veriyor. Doğada yararlı ve zararlı böcekler virüsler devamlı mücadele halindedir. Ekinleri haşerelerden koruma amaçlı toprağa ekilen zehirli gübreler, zararlı böcekleri öldürürken, yararlıları da yok ediyor. Ayrıca zehir su ile yeraltı sularını da zehirliyor ve doğa ve insanlar zehirleniyor ve adı sanı duyulmamış hastalıklar ortaya çıkıyor. Toplumsal bela ve musibet halini alıyor. Neticede bedelini canımızla ödüyoruz.

İşte Kur’an’da bunun adı umumi fesat, bela demektir. Doğallık sebze-meyve bitkilerden gidince yapaylık geliyor. O da zehir saçıyor ve yine Şura Suresinin 30. ayetinde daha net bildiriliyor ki; “Başınıza gelen bela, kaza ve musibetler sizin kendi ellerinizle işlediklerinizin size dönmesindendir. Bununla beraber o belaların bir çoğunu da ulu Allah cc. hazretleri affediyor ve sizi koruyor” buyurmakla bizleri uyarıyor.

Ve yine Nahıl Suresinin 61-62. ayetlerinde; “Eğer Allah insanları, zalimleri ve günahları nedeni ile hepsini yok etseydi ve hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde canlı kalmazdı. Oysa Allah herkesin ömrüne bir hudut koymuştur. O vakit gelmeden kimse ölmez. Ve Allah sözünden asla dönmez” buyurulmak suretiyle insanların tedbiri elden bırakmamaları ve sebeplere sarılmamızı emrediyor.

Demek ki, dünyada hiçbir şey tek değildir. Tek yönlü değildir. Sebepler hem maddi ve hem de manevidir. İnşallah dünyayı yönetenler ulusal ve ulusların yöneticileri, bencillikten, hırs ve tamahtan arınır ve Covid19 belasından yeterince ibret alırlar da biraraya gelip doğanın dengelerini, sosyal yapısını bozan ve umumi belaya dönüşen çevre sorunlarına, kirliliğe çare bulurlar da, insanlığın bu benzeri musibetlere bir daha uğramasını önlerler. Aksi halde sayılarını Allah’ın bildirdiği bu virüs belası daha nice çeşitleri ile ortalığı yaşanmaz hale getirebilirler ve neticede işte o zaman büyük felaket olan kıyamet kopacak demektir.

Neticede arı sokar kendi ölür. Tedbir almayanlar sonu gelir. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az kabilinden hareket edilirse insanlık belalardan hiçbir zaman kurtulamaz.

Allah sonumuzu hayırlı eylesin. Bakanlardan değil, görüp de ibret alanlardan eylesin. Amin.