Benimki de soru işte!

“Corona salgını, aklımızı başımıza getirir mi?” ; elbette getirmez.

Burası tüm dokuları, tüm duyu organları hurafelerle uyuşturulmuş şansız bir coğrafya.

Bu ülke, kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte silkinip, boş inançlarından arınıp tam kendisine gelme aşamasındayken; Ulu Önder’inin erken ölümü nedeniyle; tekrar eski kimliğine dönmüş; Arap Kültürüyle(!) dinini birbirine karıştıran, şansız bir coğrafyanın parçası olmaya devam eden bir ülke.

Bu ülke, o günden bugüne; dört bir yanını imam hatip okullarıyla, imamlarla, camilerle doldurmanın çare olmadığını; tam aksine bilimsel eğitim veren okullara, daha çok doktorlara, daha çok sağlık çalışanlarına, daha çok bilim insanlarına, daha çok akademisyenlere gereksinimi olduğunu (hâlâ) anlayamayanların ülkesi.

* * *

Yabancı bilim insanları, “Dünya bu nüfusu kaldırmıyor. Türkiye de kaldırmıyor. Ülkenizin sahip olduğu kurum, kuruluş ve eğitim anlayışı; plansız, programsız bir biçimde çoğalan nüfusunuzu kontrol edemiyor; insanlarınızı eğitemiyorsunuz. Aklınızı başınıza devşirin…” deyip, duruyorlar.

Bu uyarılara zaman zaman bizim bilim adamlarımız da katılıyor; onlar da uyarıyorlar.

Ne zamandan bu yana?

Covid 19 salgınından en az yarım asır öncesinden bu yana…

Kim dinliyor, kim ipliyor bu uyarıları?

Sadece ve sadece aldığı eğitimi özümsemiş kişiler. Onlar da sayısal olarak o denli azlar ki; esamileri bile okunmuyor.

Yani?

Yani bu azınlığın dışındakilerin, bu tür gerçekler, umurunda değil.

Malum çoğunluk; günlük ve sadece ve sadece kendileri için yaşıyor çünkü.

Bilim insanları, “Etmeyin, yapmayın… Yok yere vebal almayın…” dedikçe, bizim muhteremler doğurup, doğurtup sorumsuzca salıveriyorlar ortalığa.

Baştaki de, her fırsatta, “Doğurun! Doğurtun!… Allah ne verdiyse…” deyip, duruyor her fırsatta…

İşte sonuç.

Bu topraklar, bu ekonomi, bu sistem, bu nüfusu kaldırmıyor.

Toplumumuzun genel kültür yapısı malum. Böyle bir kitleye, “Allah ne verdiyse doğurun…” demek kolay...

Ya sonra?

Sonra ne olacak, sonra?

Hadi okut, hadi eğit bakalım, doğurtup, doğurup ortalığa salıverdiğin bu insanları.

Hadi iş bul, hadi iş ver bu insanlara.

Hadi doyur karınlarını.

Karşıla, çöz bakalım sağlık sorunlarını.

Mutlu et, mesut et bakalım.

Edebiliyor musun?

Edemiyorsun / edemiyorsunuz…

Niye?

Çünkü eğitebileceğiniz, karınlarını doyurabileceğiniz, iş bulup / iş verebileceğiniz sayının üzerinde nüfus yarattınız.

Ve bunu bile bile yaptınız.

Çünkü yarattığınız bu aç ve yoksul kitle, gözünüzün içine bakıyor, siz ne derseniz, ona inanıyor, ona kanıyor.

Çünkü kaderci bu kitlenin oyları; sizi iktidara taşıyor, sizi iktidarda tutuyor.

Sonuç?

Sonuçta ne oluyor, ne üretiyor bu kontrolsüz nüfus?

Bu ülkeye, bu topluma ne veriyor, tüketmekten gayri?

Koskoca bir hiç.

Sözün özü bu Covid 19 olayı da gösterdi ki; kontrolsüz gücün, güç olmadığı gibi; kontrolsüz nüfus da yönlendirilme kabiliyeti olan bir nüfus olmuyor.

Organize edilemiyor.

Eğitilemiyor.

Karnı doyurulamıyor.

Sağlık hizmeti verilemiyor.

İş yaratıp, iş verilemiyor.

Mutlu, mesut edilemiyor.

Ve…

Ve hiçbir şey üretmeyen bu güruh sadece ve sadece tüketiyor.

Sonuçta eller aya giderken, biz sürünüyoruz.