Hep anlatılır, yazılır ya “Bayramlık yeni ayakkabılarımızı yastığın yanına koyar uykuya dalardık” diye…

Ne garip hiçbir Bayram öncesi ayakkabımı başucuma alıp uyuduğumu hatırlamıyorum. Giysiler mi dediniz?

1950 ve 1960’lı yıllarda hazır giyim şimdiki gibi yaygın değildi. Üstümüzü başımızı hep annem dikerdi veya yün alıp kazak ve hırkalarımızı örerdi. Büyüme çağında kazaklar küçüldü mü iki eski kazağın sökülüp yünleri birleştirilerek yeni kazak örüldüğünü iyi hatırlıyorum. Eski kazakların yününü söküp yumak yapmak işi çokluk bana yaptırılırdı. Yaz tatillerinde zapt edilmesi zor bir çocuk olduğum için elime iki şiş verip bana da örgü ördürmeye çalışlardı. O sinirle ördüklerimin çuval gibi şeyler olduğunu hatırlıyorum. Amaçları bir kazak örmem değildi elbette, benim “başıma kazak örüp” oyalamaya çalışırlardı. En kötüsü ördüğümü beğenmeyip sökerler ve “Şimdi güzelini ör…” dediklerinde infilak edecek gibi olur, burnumdan solurdum.

Annemim elinden biçki-dikiş iyi geldiğinden çocukluk resimlerine bakınca hoş kıyafetler giydiğimi görüyorum. Yaptığı işe çok özenirdi. O dönemin moda dergilerinde gördüklerini başarılı bir şekilde uyarlardı.

Bayram hazırlıkları demek önce evin tepeden tırnağa şartlanması demekti. Dededen kalma ahşap bir evde geçen çocukluğumun resimleri arasında tahtaların fırçalanması vardır. Ama bizim evde büyük oda (salon), küçük oda (oturma odası) muşamba ile kaplı olduğu için tahtaları fırçalanacak tek yer evde neredeyse bir baştan bir başa uzanan sofa idi. Ayrıca camlar ve halılar silinirdi.

Babaannem evin büyüğü olduğu için Bayram’ın ilk günü hiçbir yer gitmez gelen misafirleri beklerdi. Biz, yani annem, babam ve kardeşim ise öğleden sonra Bayram ziyaretlerine giderdik.

Bayram gezmelerinde bize para ve mendil verenlerin büyük bir önem ve değeri vardı.

Yarım günde gezilecek kapılar akşama kadar bitirilmeye çalışılırdı. Gidip de evde bulamadıklarımız için babam kapıya bir kartını iliştirirdi. Kartın arkasına küçük bir Bayram kutlama dileğini de yazarak.

Ziyaretlerine gitmemiz aile protokolünde zorunlu olup da evde bulamadığımız bir akrabanın kapısına kartını iliştirirken babamın, “Gitmek âdet, bulamamak saadet” dediğini hatırlıyorum. Bize ne para, ne de mendil vermeyen o evde kimseyi bulamayınca ben de pek sevinmiştim. Çocukluk işte…

Konuklara Bayram ikramları arasında badem ezmesi, lokum, badem şekeri ve likör olurdu. Daha sonraları meyveli jöleler çıktı. Çikolata her evin bütçesinin kaldıracağı bir ikram değildi. Gittiğimiz yerlerde çikolata tutuldu mu her çocuk gibi sevinirdim.

Babamın becerileri arasında evde likör yapımı da vardı. Mevsiminde alınan vişneden ve mevsim kış ise mandalina veya portakaldan yaptığı likörler pek beğenilir, tarifi alınırdı. İstanbul’un Bayramları ile Anadolu Bayramları arasındaki fark İstanbul’un likör ikramıydı. Daha sonra 1990’lı yıllarda yaşadığım Çorum Bayramlarında evlerde yapılan suböreği ve baklava, ikramların olmazsa olmazıydı.

Bayram dendi mi akla “bayram yerleri” gelirdi. Lunaparkların büyük şehirler dışında yaygınlaşmadığı dönemde Bayram yeri çocukları için eğlence yeriydi. Kayık salıncaklar, elle döndürülen atlıkarınca, at kiralayarak gezme, macuncular, simitçiler, turşucular… Bayram harçlıkları buralarda harcanırdı.

Bayramlar toplum hayatımızda insanları birbirine yakınlaştıran, dargınların barışmaları için vesile olan günlerdir.

1980’den sonra iç turizmin hareketlenmesi Bayramları tatil günleri hâline getirdi. 12 Eylül 1980 Türk toplumunun bir kurbağa misali kazana atılarak altının yakıldığı tarihtir. İnsanlar Bayram ziyaretlerinin yerine Güney kentlerinde tatil yapmaya özendirilerek çok eski bir gelenek törpülenerek inceltilmiştir.

Selim İleri bir yazısında sorar, “Düşünüyorum da eskilerin mi daha çok akrabası vardı? Şimdi bizler mi akrabalarımızla az görüşüyoruz, hayatın hay huyunda akrabalarımızı göz ardı etmek zorunda kalıyoruz?” (Oburcuk Mutfakta, Dadı kalfanın eriştesi, sf. 104, Everest Yayınları, 2010)

Hayatın hay huyu değil de bize dayatılan yaşam biçimi Bayram gibi bir güzelliğin bütün sıcaklığını, renk ve kokularını aldı götürdü. Bayram öncesi yapılan şeker reklamlarına baksanıza… Evlerinde çocuklarının gelmesini bekleyen iki ihtiyarın ıssızlığına…

Şekerden de tatlı bir Bayram diliyorum herkese…

Meraklısı için ek: Bu anıyı yazdığımda virüs salgını ile evlere kapatılmamıştık henüz. Bu bayramı 81 vilayet ev hapsinde geçirdik. Her şey gönünüzce olsun efendim.